12 Eylül 2012 Çarşamba

Edebiyat Siyaset İlişkisi


A: Bu sayımızda edebiyat-siyaset ilişkisine, dolayısıyla “ideoloji ve roman” konusuna biraz daha yakından baksak diyorum.

Z: Aklıma Türk edebiyatında ideolojik romanların yükselişte olduğu yıllar, tabii 12 Eylül romanları geliyor.

A: Edebî eserlerin, hayatın bütün alanlarını kuşatan, onlardan izler taşıyan bir özelliği vardır daima. Türk edebiyatının, Tanzimat döneminden itibaren, bu alanlardan özellikle siyasetle yakın bir ilişki içinde olduğunu söylersek yanlış olmaz. Edebiyatımızın önemli isimlerinden Orhan Okay’ın şöyle bir tespiti var: “Belki hiçbir edebî devir Tanzimat Edebiyatı denilen bu hareket kadar toplum meseleleriyle, siyasetle, dolayısıyla tarihle ilgili olmamıştır. Tanpınar, Batı’dan yapılan ilk tercümelerin başladığı 1859-1885 yılları arasındaki edebiyatımızın başka bir örneği görülmeyecek kadar sosyal bir karakter taşıdığını söyler.”.






Z: Toplumsal olay ve gelişmelerden etkilenmeyen, bir yönüyle hayatın gerçekliğiyle temas hâlinde bulunmayan bir edebiyat düşünülemez. Hayat, edebiyatın en büyük kaynağıdır, edebiyatı biçimlendirir. Ancak tersi de doğrudur: edebiyat da toplumun yeniden yapılandırılmasına, değişim ve dönüşümüne katkı sağlar.

A: Söylediğin karşılıklı ilişkiyi yazar-sanatçı ile okur arasında da kurabiliriz. Sanatçının yetiştiği coğrafyanın ürünü olduğunu göze alırsak, onun eserinin toplumun hayatı algılayış biçimlerini yansıttığını söyleyebiliriz. Bu etkileşimde toplumun sanatçıyı etkilemesi, sanatçının toplumu etkilemesinden daha fazladır diye düşünüyorum.

Z: Her türlü sosyal gerçeklik, sanatçının iç dünyası ve tasavvur gücü üzerinde etkilidir. Edebiyat ister kişisel duyguların ister kitlesel beklentilerin aracı olsun, sanatçı toplumsal olgulardan eserini soyutlayamaz. Evet, gerçekten Tanzimat’ın birinci nesli denilen Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’dan Cumhuriyet dönemi yazarlarına ve günümüze kadar sosyal hadiseler ve siyaset belki başka hiçbir toplumda olmadığı kadar ülkemizde yazarların gündemindedir.

A: Biliyorsunuz, bu konu bizde çok tartışılır. Siyasetin sanat üzerinde olumlu ya da olumsuz nasıl bir etkide bulunduğu hâlâ çözümlenmiş değildir.

Z:  Siyaset edebiyat ilişkisinin güçlü olması, siyaset kurumunun kültür politikalarını şekillendirmesi, sanat üzerinde etkin olma yönü, beraberinde “güdümlülük” sorununu da gündeme getirdiği için bir handikaptır.

A: Özellikle 70’ler için bu tespit yapılabilir sanırım.

Z: Evet, bu ağırlıklı bir görüştür. 1934 yılında toplanan Sovyet Yazarlar Kongresi’nin edebiyatın tanımını “sosyalist gerçeklik” algısına indirgenmesi küresel çapta bir etki yaratmıştı. Ancak bize yansıması edebiyatımız açısından ne dereceye kadar bir zenginliktir, ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, 70’li yılların özellikle şiirimiz açısından ideolojilerin tetikçiliğini yapmak gibi bir kısır döngüde cereyan ettiğini çok rahat söyleyebiliriz. 70’lerde siyasetin vesayetine girmiş bir edebiyat vardı, denilebilir.

A: Tanzimat’ın birinci kuşak sanatçıları ile 70’li yıllar arasında bir paralellik kurulabilir o hâlde. Çünkü onlar da romanı bir eğitim aracı olarak görüyorlardı. Mehmet Narlı’nın romanın, ideolojilerin dili olmasının 1971 muhtırası ile ivme kazandığı tespitini paylaşmak istiyorum. “1970’li yıllar, içerdiği sosyal meselelerle Türk romanına en çok konu olan dönemlerden biri olmuştur. Özellikle 1960 İhtilali anayasanın sağladıklarıyla sosyalist düşünce siyasette, kültür ve edebiyatta uygulama alanlarına sahip olmuştur. Bütün bunlar 1971’den sonra yazılan politik romanlara yansımıştır.” diyor Narlı. 

Z: Cumhuriyet’in kuruluşundan 1940’lara kadar edebiyatçılar, sanatçılar devrimlerin halka anlatılması konusunda üzerlerinde bir çeşit baskı hissetmeye devam etmişlerdir.

A: Bu ayki muhaveremizde çokça yararlandığım Macit Balık, makalesinde: “Türk romanında gerçek anlamıyla politik türe dâhil edilebilecek örneklerin ortaya çıkışında 12 Mart milat kabul edilir.” diyor ve ekliyor: “Romandaki yansımaları belirgin bir biçimde gözlenen 12 Eylül Askerî Darbesi, Türk edebiyatında politik dozun arttığı son dönemlerden biridir. Adalet Ağaoğlu’nun Hayır’ı, Kaan Arslanoğlu’nun Devrimciler’i, Ahmet Altan’ın Sudaki İz’i ve Orhan Pamuk’un Sessiz Ev’i bu dönemi yansıtan romanlardan birkaçıdır.”.

 





 


 

 


12 Eylül ve Edebiyat

Z: Burada bir uyarıda bulunmak istiyorum. Söylediklerimizden şundan fazlası anlaşılmamalı: Edebiyatımızda siyaset ve ideolojiler bazı dönemlerde ve bazı şahsiyetler üzerinde olması gerekenden daha fazla bir etki yapmıştır. Yoksa güçlü bir edebiyat-siyaset ilişkisine sahip olması edebiyatımız için bence büyük bir zenginlik olmuştur. Adları geçtiği için söylemek gereği hissediyorum: 12 Eylül romanı olarak da değerlendirilen romanlar bu zenginlik içerisinde değerlendirilmiştir.   

A: 1980 öncesi için edebiyatın üzerinde bir politik gölge söz konusu edilmiştir. Darbe sonrası edebiyatın önceki dönemin değerlerinin aksine bir değerler sistemi üzerinden geliştiği de doğrudur. Bu dönemi tamamen önceki dönemin antitezini üretmek amaçlı olarak görmek doğru bir tespit olmaz. 12 Eylül Askerî Darbesi’nin, Türkiye’de toplumsal yapıyı oluşturan temel dinamikleri değiştirmeye, yeni bir toplum modeli inşa etmeye çalıştığı gerçekliğinden hareket edilirse taşlar yerine oturur.

Z: Türkiye’de edebiyatımızın geçirdiği evreleri tam manasıyla anlayabilmek için yakın tarihi, toplumsal ve siyasal gelişmeleri bilmek gerekir. 1980’lerin kültürel iklimini en iyi ifade edenlerden biri olan Nurdan Gürbilek, dönemi, “sözün bastırılması” ve “sözün patlaması” metaforlarıyla açıklıyor. Söz bastırılmıştır, çünkü Cumhuriyet tarihinin en kanlı dönemlerinden biri yaşanmış ve yüzlerce insan öldürülmüş, aydınlar tutuklanmış, devletin politik tercihlerini benimsemeyen her kesimden insan yoğun bir baskı görmüştür. Bütün bunların sonucu olarak ülkede bir “söz patlaması” yaşanmıştır, çünkü 80’lerin ortasından itibaren “kültür daha önce görülmedik boyutlarda piyasaya tabi olmuştur.”






A: Bu doğrultuda 80’lerin getirdiği değişimin önemli ayaklarından biri olarak mahremiyetin ifşası gösterilmektedir.

Z: Ahmet Altan’ın Sudaki İz romanı müstehcenlik yüzünden bu dönem yasaklanır galiba.

A: O zamana kadar konuşulması mahrem kabul edilen birçok konu ilk kez 80’lerde kamuoyunun gündemine gelmiş, bu alanların başında da cinsellik konusu, daha genel çerçevede “özel hayat” yer almıştır. Sol ideolojiden gelen bazı aydınlar yazdıkları romanlarda “Cinselliği yasaklayan siyasal dayatmalar kendi olumsuz insan tipini yaratmıştır” söylemine 1980 döneminin politik unsurlarını eleştirmek için yer vermiştir. İdeoloji sahibi gençlerin karşı cinse eğilimlerinin ideoloji ölçütleriyle nasıl engellendiği konusu, bu romanlarda insanın kendi varlığına nasıl yabancılaştırıldığının bir göstergesi olarak sunulmuştur.

Z: Siyasetten arındırılmış toplum modeli anlayışı, romanda yeni temaların işlenmesine yol açmıştır. Bu yeniliklerin temelinde “ideolojilere olan inancın sarsılması ve beraberinde kimlik bunalımı ve arayışlar” gelmektedir. 12 Eylül rejimi, toplumu siyaset dışına itmek için bir yandan yasak ve baskılar uygularken öte yandan cinsellik, feminizm, reklam, tüketim gibi alanlarda özgürlükler getirmiştir. Bu çelişik yaklaşım, mütedeyyin kesimler tarafından devletin toplumu sekülerleştirmek için muhafazakâr Anadolu ailesini çözme ve zayıflatma girişimi olarak algılanmıştır. Yaşanan otuz yıl içindeki gelişmeler bunun pek de yabana atılır bir algı olmadığını gösterir niteliktedir.

A: 12 Eylül’ün öne çıkan değişimlerinden biri de “emek” ve “sömürü” kavramlarına karşıt bir söylem geliştirmeye yönelik tutumlardır. Bunları kamuoyunun gündeminden düşürmek, basit bir çağrışımdan ibaret, içi boşaltılmış ve sadece nostaljik çağrışımları olan kavramlar hâline getirmek, sol ideolojileri dışlamak, değersizleştirmek, yok etmek veya unutturmak amacını taşıyan anlayış özellikle medya ve basını bu amaç doğrultusunda kullanmıştır. Dönemin gazetelerine bakıldığında, “12 Eylül’ün hemen ardından darbeyi meşrulaştırmayı amaçlayan “anarşi ve terör” haberleri dışında, kamuyu ilgilendiren pek bir şey olmuyor gibidir. 1980 döneminin toplumu depolitize etme anlayışı kısa sürede sosyal yapı üzerinde etkisini göstermiş, edebiyat da bu değişimden nasibini almıştır.

Z: Bence ilginç olanı, bu kampanya sonucunda sol ideolojinin milletin değerleriyle buluşma, barışma ve kaynaşma sürecine girmek yerine, 12 Eylül rejiminin kurum ve aktörleriyle uzlaşarak Anadolu dindarlığının karşısında mevzilenmeyi tercih etmiş olması…

A: Doğru… Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla zayıflayan Marksist ideoloji, özellikle ülkemizde, varlığını sadece dinî değerlere duyduğu kuşku, soğukluk ve umursamazlık üzerinden muhafaza etmeye yönelmiştir. 

Z: Böylece sol ideoloji Türk edebiyatında kendine yeni bir konsept belirler. Ekonomik ve sosyal değişimler sonucu “köy ve köylüyü, işçi sorunlarını gündeme getiren, gelir dağılımını eşitsizliği vurgulayan eserler”, yerlerini “erotik/ pornografik, tarihsel kişi ve olaylar, suç ve suçluluk, özel yaşam, homoseksüellik gibi öğeler üzerinde yoğunlaşarak sınıfsal olguları ve politik düzeyi dışlayan romanlara bırakır.

A: 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’ni konu edinen birçok roman yazıldı ülkemizde. Bu romanlarda 12 Eylül askerî müdahalesine değinen konular; depolitizasyon uygulamaları ve toplumun yeniden şekillendirilmesiyle oluşan yaşam biçimleri, işkence ve hapishane ortamı, aşk ve ideoloji arasında sıkışmış bireylerin açmazları, örgüt içi ilişkiler, çelişkiler ve çözülmeler, hesaplaşmalar, üniversite üzerinde kurulan devlet baskısı ve sağ-sol çatışmaları etrafında kümelenmiştir.

Z: 1980 askerî müdahalesinin öncelikli amaçlarından biri politikadan uzak, ideolojik duyuş ve düşüncelerden arınmış bir toplum yapısı meydana getirmekti. Bu nedenle, apolitik bir toplumun yapılandırma sürecinde 1960 Anayasası’nın özgürlükçü ve hatta anarşiyi tetikleyici özellikleri öne sürülerek sert müdahalelerle siyasal örgütlerin ve düşüncelerin yok edilmesi yoluna gidilmiştir. Söz gelimi Hayır romanında 1980 olaylarına yönelik bakış romanın merkezinde yer alan Prof. Aysel Dereli’nin belleğinden hatıralar yoluyla verilir. Adalet Ağaoğlu darbeye sol perspektiften bakan roman kahramanı Aysel Dereli aracılığıyla dönemin şiddeti önceleyen yönetim anlayışına eleştirel yaklaşır.

A: 12 Eylül romanlarında ortaya çıkan temalardan biri, ele alınan karakterlerin birey olmakla robot insan olmak arasındaki açmazlarıdır. Dönemin romanlarında irdelenen politik kişilikler, bir ideal peşinde yaşadıkları için ferdi duygulanımları ile sürekli bir mücadele hâlinde kalmışlardır.

Z: 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi toplumsal bir dönüşümün gerçekleşmeye başladığı belirgin kırılma noktalarından biridir. Siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda birçok yeniliğin dayatıldığı yaşam modelinde en etkin değişim, toplumu depolitizasyon süzgecinden geçirmek, insanları siyaset dışına itmek olmuştur.

A: 1980 müdahalesinin romana etkileri de toplumsal değişime paralel olarak değişiklik göstermiştir. Dönemin yazınsal gelişmelerinden de etkilenen Türk romanında o yıllardan sonra post modern anlatımın öne çıktığı, toplumcu klişe romanlardan, sosyal mesaj içeren angaje romanlardan sıyrılarak birey psikolojisini, ruhsal evrenini, cinselliği, vitrin kültürünü, yalnızlık ve yabancılaşmayı odağa alan anlayışın hakim olduğu gözlenir.


Eylül 2011’de Dil ve Edebiyat dergisinin A’dan Z’ye bölümünde yayımlanmıştı.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder