A: Bu sayımızda
edebiyat-siyaset ilişkisine, dolayısıyla “ideoloji ve roman” konusuna biraz
daha yakından baksak diyorum.
Z: Aklıma Türk edebiyatında
ideolojik romanların yükselişte olduğu yıllar, tabii 12 Eylül romanları
geliyor.
A: Edebî eserlerin, hayatın bütün alanlarını
kuşatan, onlardan izler taşıyan bir özelliği vardır daima. Türk edebiyatının,
Tanzimat döneminden itibaren, bu alanlardan özellikle siyasetle yakın bir
ilişki içinde olduğunu söylersek yanlış olmaz. Edebiyatımızın önemli
isimlerinden Orhan Okay’ın şöyle bir tespiti var: “Belki hiçbir edebî devir
Tanzimat Edebiyatı denilen bu hareket kadar toplum meseleleriyle, siyasetle,
dolayısıyla tarihle ilgili olmamıştır. Tanpınar, Batı’dan yapılan ilk
tercümelerin başladığı 1859-1885 yılları arasındaki edebiyatımızın başka bir
örneği görülmeyecek kadar sosyal bir karakter taşıdığını söyler.”.
Z: Toplumsal olay ve
gelişmelerden etkilenmeyen, bir yönüyle hayatın gerçekliğiyle temas hâlinde
bulunmayan bir edebiyat düşünülemez. Hayat, edebiyatın en büyük kaynağıdır,
edebiyatı biçimlendirir. Ancak tersi de doğrudur: edebiyat da toplumun yeniden
yapılandırılmasına, değişim ve dönüşümüne katkı sağlar.
A: Söylediğin karşılıklı
ilişkiyi yazar-sanatçı ile okur arasında da kurabiliriz. Sanatçının yetiştiği
coğrafyanın ürünü olduğunu göze alırsak, onun eserinin toplumun hayatı
algılayış biçimlerini yansıttığını söyleyebiliriz. Bu etkileşimde toplumun
sanatçıyı etkilemesi, sanatçının toplumu etkilemesinden daha fazladır diye
düşünüyorum.
Z: Her türlü sosyal
gerçeklik, sanatçının iç dünyası ve tasavvur gücü üzerinde etkilidir. Edebiyat
ister kişisel duyguların ister kitlesel beklentilerin aracı olsun, sanatçı
toplumsal olgulardan eserini soyutlayamaz. Evet, gerçekten Tanzimat’ın birinci
nesli denilen Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa’dan Cumhuriyet dönemi
yazarlarına ve günümüze kadar sosyal hadiseler ve siyaset belki başka hiçbir
toplumda olmadığı kadar ülkemizde yazarların gündemindedir.
A: Biliyorsunuz, bu konu
bizde çok tartışılır. Siyasetin sanat üzerinde olumlu ya da olumsuz nasıl bir
etkide bulunduğu hâlâ çözümlenmiş değildir.
Z: Siyaset edebiyat ilişkisinin güçlü olması,
siyaset kurumunun kültür politikalarını şekillendirmesi, sanat üzerinde etkin
olma yönü, beraberinde “güdümlülük” sorununu da gündeme getirdiği için bir
handikaptır.
A: Özellikle 70’ler için bu
tespit yapılabilir sanırım.
Z: Evet, bu ağırlıklı bir
görüştür. 1934 yılında toplanan Sovyet Yazarlar Kongresi’nin edebiyatın
tanımını “sosyalist gerçeklik” algısına indirgenmesi küresel çapta bir etki
yaratmıştı. Ancak bize yansıması edebiyatımız açısından ne dereceye kadar bir
zenginliktir, ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, 70’li yılların
özellikle şiirimiz açısından ideolojilerin tetikçiliğini yapmak gibi bir kısır
döngüde cereyan ettiğini çok rahat söyleyebiliriz. 70’lerde siyasetin
vesayetine girmiş bir edebiyat vardı, denilebilir.
A: Tanzimat’ın birinci kuşak
sanatçıları ile 70’li yıllar arasında bir paralellik kurulabilir o hâlde. Çünkü
onlar da romanı bir eğitim aracı olarak görüyorlardı. Mehmet Narlı’nın romanın,
ideolojilerin dili olmasının 1971 muhtırası ile ivme kazandığı tespitini
paylaşmak istiyorum. “1970’li yıllar, içerdiği sosyal meselelerle Türk romanına
en çok konu olan dönemlerden biri olmuştur. Özellikle 1960 İhtilali anayasanın
sağladıklarıyla sosyalist düşünce siyasette, kültür ve edebiyatta uygulama
alanlarına sahip olmuştur. Bütün bunlar 1971’den sonra yazılan politik
romanlara yansımıştır.” diyor Narlı.
Z: Cumhuriyet’in kuruluşundan
1940’lara kadar edebiyatçılar, sanatçılar devrimlerin halka anlatılması
konusunda üzerlerinde bir çeşit baskı hissetmeye devam etmişlerdir.
A: Bu ayki muhaveremizde
çokça yararlandığım Macit Balık, makalesinde: “Türk romanında gerçek anlamıyla
politik türe dâhil edilebilecek örneklerin ortaya çıkışında 12 Mart milat kabul
edilir.” diyor ve ekliyor: “Romandaki yansımaları belirgin bir biçimde gözlenen
12 Eylül Askerî Darbesi, Türk edebiyatında politik dozun arttığı son
dönemlerden biridir. Adalet Ağaoğlu’nun Hayır’ı, Kaan Arslanoğlu’nun
Devrimciler’i, Ahmet Altan’ın Sudaki İz’i ve Orhan Pamuk’un Sessiz Ev’i bu
dönemi yansıtan romanlardan birkaçıdır.”.
12 Eylül ve Edebiyat
Z: Burada bir uyarıda
bulunmak istiyorum. Söylediklerimizden şundan fazlası anlaşılmamalı:
Edebiyatımızda siyaset ve ideolojiler bazı dönemlerde ve bazı şahsiyetler
üzerinde olması gerekenden daha fazla bir etki yapmıştır. Yoksa güçlü bir
edebiyat-siyaset ilişkisine sahip olması edebiyatımız için bence büyük bir
zenginlik olmuştur. Adları geçtiği için söylemek gereği hissediyorum: 12 Eylül
romanı olarak da değerlendirilen romanlar bu zenginlik içerisinde
değerlendirilmiştir.
A: 1980 öncesi için
edebiyatın üzerinde bir politik gölge söz konusu edilmiştir. Darbe sonrası
edebiyatın önceki dönemin değerlerinin aksine bir değerler sistemi üzerinden
geliştiği de doğrudur. Bu dönemi tamamen önceki dönemin antitezini üretmek
amaçlı olarak görmek doğru bir tespit olmaz. 12 Eylül Askerî Darbesi’nin,
Türkiye’de toplumsal yapıyı oluşturan temel dinamikleri değiştirmeye, yeni bir
toplum modeli inşa etmeye çalıştığı gerçekliğinden hareket edilirse taşlar
yerine oturur.
Z: Türkiye’de edebiyatımızın
geçirdiği evreleri tam manasıyla anlayabilmek için yakın tarihi, toplumsal ve
siyasal gelişmeleri bilmek gerekir. 1980’lerin kültürel iklimini en iyi ifade
edenlerden biri olan Nurdan Gürbilek, dönemi, “sözün bastırılması” ve “sözün
patlaması” metaforlarıyla açıklıyor. Söz bastırılmıştır, çünkü Cumhuriyet
tarihinin en kanlı dönemlerinden biri yaşanmış ve yüzlerce insan öldürülmüş,
aydınlar tutuklanmış, devletin politik tercihlerini benimsemeyen her kesimden
insan yoğun bir baskı görmüştür. Bütün bunların sonucu olarak ülkede bir “söz
patlaması” yaşanmıştır, çünkü 80’lerin ortasından itibaren “kültür daha önce
görülmedik boyutlarda piyasaya tabi olmuştur.”
A: Bu doğrultuda 80’lerin
getirdiği değişimin önemli ayaklarından biri olarak mahremiyetin ifşası
gösterilmektedir.
Z: Ahmet Altan’ın Sudaki İz
romanı müstehcenlik yüzünden bu dönem yasaklanır galiba.
A: O zamana kadar konuşulması
mahrem kabul edilen birçok konu ilk kez 80’lerde kamuoyunun gündemine gelmiş,
bu alanların başında da cinsellik konusu, daha genel çerçevede “özel hayat” yer
almıştır. Sol ideolojiden gelen bazı aydınlar yazdıkları romanlarda “Cinselliği
yasaklayan siyasal dayatmalar kendi olumsuz insan tipini yaratmıştır” söylemine
1980 döneminin politik unsurlarını eleştirmek için yer vermiştir. İdeoloji
sahibi gençlerin karşı cinse eğilimlerinin ideoloji ölçütleriyle nasıl
engellendiği konusu, bu romanlarda insanın kendi varlığına nasıl
yabancılaştırıldığının bir göstergesi olarak sunulmuştur.
Z: Siyasetten arındırılmış
toplum modeli anlayışı, romanda yeni temaların işlenmesine yol açmıştır. Bu
yeniliklerin temelinde “ideolojilere olan inancın sarsılması ve beraberinde
kimlik bunalımı ve arayışlar” gelmektedir. 12 Eylül rejimi, toplumu siyaset dışına
itmek için bir yandan yasak ve baskılar uygularken öte yandan cinsellik,
feminizm, reklam, tüketim gibi alanlarda özgürlükler getirmiştir. Bu çelişik
yaklaşım, mütedeyyin kesimler tarafından devletin toplumu sekülerleştirmek için
muhafazakâr Anadolu ailesini çözme ve zayıflatma girişimi olarak algılanmıştır.
Yaşanan otuz yıl içindeki gelişmeler bunun pek de yabana atılır bir algı
olmadığını gösterir niteliktedir.
A: 12 Eylül’ün öne çıkan
değişimlerinden biri de “emek” ve “sömürü” kavramlarına karşıt bir söylem
geliştirmeye yönelik tutumlardır. Bunları kamuoyunun gündeminden düşürmek,
basit bir çağrışımdan ibaret, içi boşaltılmış ve sadece nostaljik çağrışımları
olan kavramlar hâline getirmek, sol ideolojileri dışlamak, değersizleştirmek,
yok etmek veya unutturmak amacını taşıyan anlayış özellikle medya ve basını bu
amaç doğrultusunda kullanmıştır. Dönemin gazetelerine bakıldığında, “12
Eylül’ün hemen ardından darbeyi meşrulaştırmayı amaçlayan “anarşi ve terör”
haberleri dışında, kamuyu ilgilendiren pek bir şey olmuyor gibidir. 1980
döneminin toplumu depolitize etme
anlayışı kısa sürede sosyal yapı üzerinde etkisini göstermiş, edebiyat da bu
değişimden nasibini almıştır.
Z: Bence ilginç olanı, bu
kampanya sonucunda sol ideolojinin milletin değerleriyle buluşma, barışma ve
kaynaşma sürecine girmek yerine, 12 Eylül rejiminin kurum ve aktörleriyle
uzlaşarak Anadolu dindarlığının karşısında mevzilenmeyi tercih etmiş olması…
A: Doğru… Sovyet Rusya’nın
yıkılmasıyla zayıflayan Marksist ideoloji, özellikle ülkemizde, varlığını
sadece dinî değerlere duyduğu kuşku, soğukluk ve umursamazlık üzerinden
muhafaza etmeye yönelmiştir.
Z: Böylece sol ideoloji Türk
edebiyatında kendine yeni bir konsept belirler. Ekonomik ve sosyal değişimler
sonucu “köy ve köylüyü, işçi sorunlarını gündeme getiren, gelir dağılımını
eşitsizliği vurgulayan eserler”, yerlerini “erotik/ pornografik, tarihsel kişi
ve olaylar, suç ve suçluluk, özel yaşam, homoseksüellik gibi öğeler üzerinde
yoğunlaşarak sınıfsal olguları ve politik düzeyi dışlayan romanlara bırakır.
A: 12 Eylül 1980 Askerî
Darbesi’ni konu edinen birçok roman yazıldı ülkemizde. Bu romanlarda 12 Eylül
askerî müdahalesine değinen konular; depolitizasyon uygulamaları ve toplumun
yeniden şekillendirilmesiyle oluşan yaşam biçimleri, işkence ve hapishane
ortamı, aşk ve ideoloji arasında sıkışmış bireylerin açmazları, örgüt içi
ilişkiler, çelişkiler ve çözülmeler, hesaplaşmalar, üniversite üzerinde kurulan
devlet baskısı ve sağ-sol çatışmaları etrafında kümelenmiştir.
Z: 1980 askerî müdahalesinin
öncelikli amaçlarından biri politikadan uzak, ideolojik duyuş ve düşüncelerden
arınmış bir toplum yapısı meydana getirmekti. Bu nedenle, apolitik bir toplumun
yapılandırma sürecinde 1960 Anayasası’nın özgürlükçü ve hatta anarşiyi
tetikleyici özellikleri öne sürülerek sert müdahalelerle siyasal örgütlerin ve
düşüncelerin yok edilmesi yoluna gidilmiştir. Söz gelimi Hayır romanında 1980
olaylarına yönelik bakış romanın merkezinde yer alan Prof. Aysel Dereli’nin
belleğinden hatıralar yoluyla verilir. Adalet Ağaoğlu darbeye sol perspektiften
bakan roman kahramanı Aysel Dereli aracılığıyla dönemin şiddeti önceleyen
yönetim anlayışına eleştirel yaklaşır.
A: 12 Eylül romanlarında ortaya çıkan temalardan
biri, ele alınan karakterlerin birey olmakla robot insan olmak arasındaki
açmazlarıdır. Dönemin romanlarında irdelenen politik kişilikler, bir ideal
peşinde yaşadıkları için ferdi duygulanımları ile sürekli bir mücadele hâlinde
kalmışlardır.
Z: 12 Eylül 1980 askerî
müdahalesi toplumsal bir dönüşümün gerçekleşmeye başladığı belirgin kırılma
noktalarından biridir. Siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda birçok yeniliğin
dayatıldığı yaşam modelinde en etkin değişim, toplumu depolitizasyon
süzgecinden geçirmek, insanları siyaset dışına itmek olmuştur.
A: 1980 müdahalesinin romana
etkileri de toplumsal değişime paralel olarak değişiklik göstermiştir. Dönemin
yazınsal gelişmelerinden de etkilenen Türk romanında o yıllardan sonra post
modern anlatımın öne çıktığı, toplumcu klişe romanlardan, sosyal mesaj içeren
angaje romanlardan sıyrılarak birey psikolojisini, ruhsal evrenini, cinselliği,
vitrin kültürünü, yalnızlık ve yabancılaşmayı odağa alan anlayışın hakim olduğu
gözlenir.
Eylül 2011’de Dil ve Edebiyat dergisinin A’dan Z’ye bölümünde yayımlanmıştı.