6 Nisan 2015 Pazartesi

“sana yol görünüyor”


Zafer Özdemir

Kral Abdullah’ın[1] 48 uçakla seyahat ettiği söyleniyor. Benim o kadar uçakla gitmek istediğim tek yer kalbim olurdu. Ne ki krallar gibi kalbe gitmesi için insanın değil 48, tek bir uçağa bile ihtiyacı yoktur.
İnsanın kendi içine, yüreğine doğru yapacağı yolculuklar günümüzde bir melodrama maruz bırakılmış görünüyor. Melodram için “dramın karikatürleştirilmiş biçimi” denir. İnsanın kendine yolculuğunun pekâlâ acıklı bir yanının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Ancak dram abartılırsa, melodram dediğimiz suniliğe de dönüşebilir bu.[2]
Zamanenin gösterdiği: Yaşadığı boğaz enfeksiyonunu bir salgın hastalık gibi sunma becerisi!
Belki de bu yüzden güngörmüş yetişkinler, kalpten söz eden günümüz gençlerini acılar içinde izliyorlar.
Bütün gençleri daha baştan suçlamak haksızlık olur elbette. Ancak onların çok azı, ilerleyen bilim sayesinde uzayın derinliklerine vâkıf olurken ‘kendi gibi olmak’tan uzaklaşmadılar.
Uzaklaşmanın binbir türlüsü var. Biri de şu:
Eski bir fotoğraf, bir hatıra, geçmişteki bir olay cilalı bir şekilde yeniden sunularak… Bunun için “throwback”  tabiri kullanılıyor. “Hey gidi günler”in afili söylenişi “throwback” şeklinde oluyormuş.
Toplumsal tarihinden utananların (dolayısıyla uzaklaşanların) parlak bir kişisel geçmişe sahip olmak için sarf ettikleri çaba ironik değil mi?
Bu komediyi pazarlamak için bize kişisel gelişim diye bir zoka yutturdular. Kişisel gelişim, sebze ve meyvelerin üzerini kaplayarak onlara parlaklık veren ve raf ömrünü uzatan kimyasal madde parafin gibi bir şey.
Kelime  “throw back” olarak ayrı yazılırsa “ilerlemesini engellemek” demek.
Her şey açık değil mi:
İnsanın kendine doğru yöneliminin önünde engel olarak afili bir tarzla “hey gidi günler” diyerek avunması yatıyor!
Komediyi pazarlamanın bir başka yolu da parodi yapmak… Sosyal medyada yapılan esprilerin altındaki zekâyı küçümsemiyorum; ancak  parçası olduğu kültürün perde arkasındaki büyük ekonominin varlığını da unutmamalı. Instagram, Twitter, Facebook’ta paylaşılan her esprinin bu mecraların borsadaki durumuna katkısı var. Kötü esprinin de elbette…
Parodi, gerçeğin mizahi yolla taklit edilmesi, alaya alınmasıdır. İnsanın iç yolculuğu ile alay edilmesi ironik bir biçimde bu yola başvuranın kendine yabancılığını yansıtır.
Yunus Emre’nin “göçtü kervan kaldık dağlar başında” dizesini fal yorumlar gibi “sana yol görünüyor” şeklinde yorumlayan kişinin yaşadığı yabancılaşma değil midir?
Ah şu zamane gençleri, sırf ünlü olabilmek için Artemis tapınağını yakan Yunanlı Herostratus gibi itibarlarını hiçe saymayı nasıl da deniyorlar!

“aheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın”
İnsan, bir yolculuğa çıkınca, okuduğu kitapların tedailerle (çağrışım) olsun hatırına gelmesini ister. Bilhassa da şiirlerin… Şiir, gezginlere yol azığıdır. Seyyahlar: “Gelin ey ehl-i hakikat, çıkalım dünyadan/ Gayr yerler gezelim özge sefalar sürelim” diyen Fuzuli gibidir. Gördükleri, içinde yaşadıkları geçici dünyayı gerçek hayatın önünde perde görürler. Her adımda o âleme adım atmak isterler. Bazı batinî şairler ise harflerin oluşturduğu gökyüzünün altında yolculuk yaptıklarını hayal eder.
Esma-i İlahiyyede bî-had hünerim var/ Her demde semavat-ı hurufa seferim var
(Niyazi-i Mısrî)
Mehmet Akif’in şiiri, bütün gerçekliğiyle yirminci asrın başındaki Osmanlı ve İstanbul’u gezer, anlatır. Şehir, mahalle, sokak, mahalledeki kahve, kahvedeki insanlar, ahşap ev ve bu hanede yaşayanlar, sokaktaki satıcı... Hepsi M. Âkif’in tarassutu[3] (gözetleme) altındadır.  M. Âkif’in bakışları karanlık bir nokta bırakmamacasına baktığı yeri aydınlatan bir projeksiyon ışığı saçar.
Şairler ütopik dünyalar kurmayı severler. Tevfik Fikret Ömr-i Muhayyel’de sadece sevgilisiyle yaşayacağı iki kişilik bir dünyayı arar. Ahmet Haşim’in O Belde’si de muhayyel bir şiir beldesidir. 
Yahya Kemal de Osmanlı kültürünü, İstanbul’u “Kendi Gökkubbemiz” altında şiirleriyle gezen bir seyyahtır. Şairlerin seyahati hayalî de olsa gerçeklerden izler taşır. Tarih kitaplarının anlatamadığını şiirler duyumsatır. Yahya Kemal, Osmanlı’nın kültürüne, hamasetine (kahramanlık) hayrandır. Gerçeği, bu hayranlığın doğurduğu bir çeşit çarpıtmayla izlemekten zevk de duyar.
“Ruh, ufuksuz yaşamaz”[4] diyen şair her an seyahattedir. “Ufuklar” şiirinde dağlar ufkunda heybeti, ova ufkunda huzuru, deniz ufkunda teselliyi görür. Annesinin bakışları şairin bir başka ufkudur. Yahya Kemal’in yolu uzun ve güzel bir masala benzer[5]. Ruhu gezgin bir kuşa benzeterek, onun kıyısız bir denizde, konmadan uçtuğunu söyler. Onun yolculuğu sessiz ve derindir. Bu yüzden “aheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın” demektedir.
Yahya Kemal, şiirlerinde, şiirsel seyahatinde zaman zaman ölüm ve yok olma korkusunu yansıtsa da üstadı Baudelaire gibi “kötümserlik” içinde değildir. Baudelaire, şiirsel yolculuğunda bindiği gemisine “ölüm”ü kaptan olarak seçer; “Ey ölüm, koca kaptan, demir alalım! Haydi!”. Baudelaire, Yolculuk adını verdiği şiirinde “Acı bilgi, yolculuk ile sağlanan bilgi!”dir derken ıstırap çeken bir ruh hâlini yansıtır. Baudelaire’in şiirsel yolculuklarında, kitabına adını verdiği Kötülük Çiçekleri açar.
Necip Fazıl ise Kaldırımlar’da başladığı yolculuğunu “gaiblere” taşımak ister. Onun seferi “sonsuza varmak” içindir. Şiirlerle çıktığı yolculuğunda Sezai Karakoç’un refiki ise (dost, arkadaş) “Hızır”dır.
Şairler kelimelerle yolculuk eden seyyahlardır. Şairlerin gözleri kelimeler, imgelerdir. Hayalse görüneni farklı görmek isteyen seyyahların şiiridir.





[1] Suudi Arabistan'ın Mekke şehrindeki kutsal topraklarda Osmanlı'dan kalan tek eser olan Ecyad Kalesi’ni 2002 yılında buldozerlerle yıktırdı. Yüzlerce yıllık geçmişi olan ve 1600'lü yılların sonunda Türkler tarafından baştan aşağı yeniden inşa ettirilen kale, Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci Dünya Savaşı'na kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştı.
[2] Bizde acıklı anlamına gelen “dram” Ermenice “para” anlamına geliyormuş. Acılarımızı ne yaptıklarını görüyor musunuz! 

[3] Tarassut, ‘gözlemevi’ anlamına gelen “rasathane” kelimesi ile aynı kökten geliyor.
[4] Ufuklar
[5] Deniz Türküsü