Nehir Aydın Gökduman ile söyleşi
Zafer Özdemir
Postmodern olsun ya da
olmasın bütün darbelerin ilk vurduğu alan düşünce ve eğitimdir. 28 Şubat’ın da
yine en çok din eğitimini olumsuz etkilediği apaçık bilinen bir gerçek. Dinî eğitimin
sacayağı olarak görülen ve bu süreçte büyük yara alan gerek din eğitimi veren
okullar, gerek sivil toplum kuruluşları, gerekse bu eksende yayın yapan gazete,
dergi ve kitapçılar, yok edilme tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Çok partili
döneme geçişten sonra din eğitiminde kazanılan özgürlüklerin tamamının 28 Şubat
dönemindeki baskı ve dayatmalarla ortadan kaldırılması, sürecin ne kadar ağır
işlediğinin ayrı bir göstergesi oldu. Tabii ki eğitimin tarumar edildiği böyle
bir zapturapt ortamında bizim camiadaki çocuk edebiyatının ve kitaplarının
güllük gülistanlık bir seyir göstereceği de beklenemezdi. İyi hatırlıyorum 1998 yılıydı. Her gün 28
Şubat heyulasının başımıza ördüğü çorapların türlü türlü hâlleriyle irkiliyorduk.
Bir akşam televizyon kanalında haberleri
izlerken, spikerin elinde bir anda kendi
yazdığım romanlardan birini gördüm. Kitap, bir lisede edebiyat öğretmeni
tarafından öğrencilere tavsiye edilmiş, bir öğrenci velisi bu durumdan rahatsız
olmuş ve idari makamlara yaptığı şikâyet sonucunda öğretmenin liseden tasfiyesi
uygun görülmüştü. Bir kitap tavsiyesinin yol açtığı bu garabet ve yazdığım
kitabın bir suç unsuru gibi ekranda sergilenerek içinden pasajlar okunması, o
dönemde haber bültenlerinin hangi maksada uygun haber ürettiklerinin basit kanıtlarından
biriydi. Bu haber, sonrasında da gazete manşetlerinde bol bol boy göstermişti.
Tabii böyle militarist bir
kuşatma altında ne yetişkin ne de çocuk edebiyatının bizim camiada öyle pek
ilerleme gibi bir şansı olamazdı. Zaten bizim literatürümüze Tanzimat’la
birlikte giren çocuk edebiyatı daha çok sistemin müsaade ettiği ve desteklediği
çevrelerin tekeline verilmişti. Üç-beş isim dışında Müslümanlar yıllarca bu
alana uzak durmuşlardır. (Burada değerli üstad, Cahit Zarifoğlu’nu rahmetle
anmak isterim) 1970’lerden sonra Müslümanların aktif yayıncılık politikalarında
ise daha çok tefsir, fıkıh gibi çeviri eserlerin hâkimiyeti mevcuttu. Çocuklar
için yazıldığı iddia edilen ve özellikle dini kitap olarak nitelenen kitaplar
da ancak ilmihal tarzında olanlardı. Yani ne uzun soluklu bir roman, ne bizi
anlatan anekdotlar… En azından ben kendi adıma bunlara rastlamadığımı
söyleyebilirim. Aslında birçok ebeveynin ortak sıkıntısıydı. Çocuğunuz eli
kalem tutup okumaya başladığında ona kendi dünya anlayışınızla paralellik
gösteren edebi eserler arardınız, ama dön dolaş hep aynı noktaya gelirdiniz.
Bugüne baktığımızda bu
durumun eskiye nazaran oldukça aşıldığını görsek de 28 Şubat, bu ilerlemenin
önüne büyük bir set koymuş, dünya perspektifinden çocuk edebiyatını çok geriden
takip etmemize sebep olmuştur. Bugün George Orwell, Roald Dahl, Michael Ende
gibi ünlü yazarların 1950’lerde yazdıkları kitapları okuduğumuzda, kendimizin
2000’lerde ne hâlde olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Yazarlık serüveniniz devam ediyor; sadece çocuk edebiyatı alanında
değil, roman ve hikâye türünde de eserleriniz var. Yaşadığımız dünya bir yazar
olarak sizi nasıl etkiliyor? Örneğin konu seçiminde aile ilişkileri, pedagojik
sorunlar, savaşlar veya başka sorunlardan öncelik sıralaması gözetiyor musunuz?
Yirmi yıla yakındır,
edebiyat alanında yazıyorum. Yazıya ilgim ilkokul yıllarından bu yana olsa da
profesyonel olarak uğraş edinmem de sanırım yaşadığım ortam ve şartların büyük etkisi
oldu. Mesela ilk gençlik dönemimde tuttuğum anekdot ve günlüklere göz attığımda
bile, yazılarımın ekseninde; fıtri olanın sınırlanması, iğdiş edilmesi, zulüm
merkezli sömürü ve himaye karşısında doğan refleksi görüyorum. Bu sonraki süreçlerde
de değişmedi. Zaten Kur’an’ın muhtevası ve bize sunduğu İslam algısında da
insan doğasını en çok etkileyen gerçekliğin de hak ve adalet arayışı olduğunu
düşünüyorum. Konu seçimi de kimliğin tezahürü olarak şekilleniyor doğal olarak.
Yazarak günü yakalamayı, dünya gündeminde ya da ülke içinde hepimizi
ilgilendiren kitlesel meseleleri edebiyatla bütünlemeyi seviyorum. Bana göre bu
yalnızca köşe yazarlarının işi değil. Edebiyat, ‘en güzel söz’ söyleme
sanatıysa yelpazesi de bir o kadar geniş tutulmalı… Mesela, 28 Şubat’ta ısrarla
yazdığımız başörtüsü hikâyeleri. O dönem eğitim ve öğretim hakları babında, hak
ve adalet için yazıya yüklenen bir misyondu ve işlevsel de oldu. Yazıya yön
veren saikler yaşamdan kopuk değilse anlam buluyor. Mesela okuduğum gazete
küpürlerinden çıkardığım çok öykü olur benim. Çocukları gözlemlediğim, onların
kıymetli cümlelerini biriktirdiğim notlarım, ailemden yola çıkarak edindiğim
tecrübeler, anneliğin yüklediği duygular, insanın havsalasında derin yaralar açan
savaşlar, fotoğraflar ve tüm bunların yanında çocukluğumdan bu yana kopamadığım
kitaplarım, okumalarım… Yazının
şekillenmesinde hepsi ayrı öneme sahip benim için.
Bu öğretme fiilinin dozunu
tutturmaya bağlı biraz da… Bazen öğretmeyi yazının merkezine koymanız gereken
metinler olur. Bunlar genelde bir amaca hizmet eder ve belli yaşlarda ve
ortamlarda okunması gereken metinlerdir ve didaktizm fazla göze batmaz. Ama
genel olarak çocukta okuma zevkini geliştirme, sosyal algıyı güçlendirme, hayal
dünyasını, duygu, düşünce ve sorgulama yetisini harekete geçirme noktasında bu
didaktik metinlerin yeterli olmadığını hepimiz biliriz. Evet İslami camia
didaktik metin yönünden pek zengin. Bunun temelinde ebeveyn ve eğitimcilerin
‘kitap okumaktan’ ne anladıklarıyla orantılı galiba. Ben çocuk edebiyatına
yöneleli on yıl gibi bir zaman oldu. Bu zaman zarfında imza günleri ve söyleşi
gibi etkinliklerimde yaptığım gözlem itibarıyla bizim camiadaki yetişkinlerin
çocuklarını daha çok, dini didaktik kitaplara yönlendirdiklerine şahit
oluyorum. Bu elbette ki yanlış bir tutum değil… Ancak kitap okuma alışkanlığı
kazandırmak istediğimiz çocuklarımız için de ilk ve tek doğru adım sayılmaz. Yetişkinler,
çocuğum kitap okumuşken dini olanı okusun, bir yandan da dinini öğrensin
arzusundayken, günümüzde her çeşit görsel etkinliğin etkisine açık
küçüklerimizde ise daha renkli, heyecan uyandıran, eğlendiren, güldüren,
düşündüren, sürükleyen konulara da eğilim oldukça fazla… Hâl böyle olunca,
çocuklarımızı her boyutuyla kuşatan kitaplarımız olmalı demekten başka seçenek
kalmıyor geriye.
Yetişkinlerde kitapların çocuklara bir şey öğretmesi, onların bir davranışını değiştirmesi beklentisi var. Yetişkinlerin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güzel bir beklenti tabii ki…
Bu misyonu taşıyan ve başarmaya çalışan kitaplarımız var, olmalı… Ancak ben her
ne kadar çocuk kitapları yazsam da temel davranış eğitiminin ailede başladığı
ve uzun yıllar boyunca yine aile efradında şekillendiğini kabul eden biri
olarak, kitapların davranış geliştirme ve değiştirmede başlı başına etken kaynak
olduklarını düşünmüyorum. Evet kitaplar eğitimci ve ebeveynler için önemli
derecede yardımcı unsurlardır. Ancak burada ebeveynlerin önce kendi hâl ve
tavırlarında tutarlı olabilmeleri ve örneklikleri daha önemlidir. Mesela
kendisi namaz kılmadığı hâlde çocuklarına namazı sevdirmeyi kitaplardan
bekleyen ebeveynlerin tavrı ne derece tutarlıdır tartışılır. Bununla birlikte,
kendi örnekliği yanında bunu destekleyecek materyaller arayan eğitimci ve
ebeveynleri ise kutlamak gerektiğini belirtmek isterim. Gösterdiğimiz doğru
davranışlar doğru kitaplarla desteklenirse ancak o zaman müspet sonuçlar elde
edebiliriz.
Çocuk için ilmihal bilgileri çok önemli olmakla birlikte, dinî eğitimin
sadece bu bilgilerin çocuğa aktarılması ile tamamlanacağı şeklinde bir algı da
var. Çocuk edebiyatı ile dinî eğitim arasındaki ilişki nasıl olmalı?
Dini eğitimi, özellikle
konu ve yaş itibarıyla kategorilendirebilirsek, sanırım tekdüze kitaplar yazmak
ya da yayınlamaktan arınmış oluruz. Öncelikle çocuğa vermek istediğimiz dini
bilgiyi doğru yaşa ve doğru üslupla vermemiz gerektiğini iyi bilmemiz
gerekiyor. Mesela çocukta soyut kavramının yerleşmesi on yaşından sonra
gelişmeye başlar. Bunun öncesinde dini konularda anlatılan soyut kavramlar
çocuğun hayal gücüyle şekillenir ve subjektiftir. Dört beş yaşındaki bir çocuğa
Allah’ı anlatmada kuracağınız cümleler oldukça sınırlıdır. İlmihal bilgileri de
bilmukabele… İşte bu noktada güzel ve kaliteli eserlerin ortaya çıkmasında edebiyatın
işlevselliği doğru minvalde değerlendirilirse sorun ortadan kalkacaktır.
Edebiyat yalnızca yetişkinler için midir? Küçük bir çocuğa da yalan
söylememenin faziletini pekâlâ günümüzün içinden süzülüp gelen bir hikâyecikle
anlatabilirsiniz. Bunu yaparken de şirin ve sempatik dini motifler
kullanabilirsiniz, ya da namaz, oruç gibi temel dinamikleri eğlenceli bir
kurgunun içinde bütün doğallığıyla sevdirebilirsiniz… Bazen dini hiçbir imge
kullanmadan da İslam’ın özünü ustalıkla aktarabilirsiniz. Yazdığım bir masal
serimde paylaşmanın ve yardımseverliğin önemini anlatmak için şöyle bir seyir
izlediğimi hatırlıyorum. Masalımızın kahramanı sincap elindeki cevizleri
ağabeyiyle paylaşmak istemez, hepsini bir kutuya doldurup kucağına alıp
sahiplenir ve yolda giderken tavşana rastlar. Tavşan’ın kolunda bir sepet havuç
vardır. Sincap sorar, o kadar havucu ne
yapacaksın? Tavşan şöyle der: Bir kısmını etrafımdaki havucu olmayan tavşanlara
dağıtacağım, bir kısmını salata yapıp akşam arkadaşlarımı davet edip onlarla
birlikte yiyeceğim, bir kısmını da yarın için ayıracağım… Bu yalnızca Kurban Bayramı’nda
yaptığımız paylaşımın basit bir versiyonu…
Sizce, Kur’an-ı Kerim çocuk edebiyatı için nasıl bir kaynak
oluşturmaktadır?
Kur’an’ı Kerim gerek
büyükler için gerekse çocuk edebiyatı için mükemmel bir kaynaktır. Kur’an’la
haşır neşir olan bir insanın yazdıklarında mutlaka Kur’an’ın sesine, izine
rastlanır. İster roman, ister öykü, ister şiir olsun hiç fark etmez, üstelik
mesajı bir bayrak gibi dalgalandırmadan, siz bir tek Allah lafzı anmasanız bile
Kur’an’ı tanıyan, yazdıklarınızla aranızda ilinti kurabilir. Böyle de olması
gerekir. Fakat biz Kur’an ve çocuk edebiyatı deyince, bu alanı çocuklara
anlatılacak Peygamber kıssaları olarak mı anlıyoruz sadece? Bu elbette gerekli,
Resullerin Tevhid mücadelesi çocukların yaşına uygun bir dille aktarılmalı,
ancak Kur’an’daki yüzlerce ayetin ışığında, öyküler, masallar kurabilme yetimizde
olmalı diye düşünüyorum. Mesela bize dosdoğru olmamızı emreden Kur’an ayeti,
Hazreti İbrahim’i o yumuşak huylu bir rasuldü diye tanımlayan bir başka Allah
kelamı, ve daha niceleri, bize ipuçları için yeterli değil mi? Yani Kur’an’ın
söylemini didaktik üsluplarla tanımlamak yerine, onu metinlerimizin özünde var
edebilmeliyiz. Bunu başardığımızda çocuklarımızda din eğitimi sorunsalını da
büyük ölçüde çözeceğimizi umuyorum.
Çocuk kitaplarının ille de pedagojik açıdan uygun olması gerekir mi? (kitaplarda
olumsuz davranış örneklerinin yer alması, çocuğun duygu dünyasında olumsuz etki
yaratacak şeylerin, yer alması…)
Çocuk edebiyatıyla
uğraşanların (yazar, çizer, tasarımcı,
yayıncı vs.) bir pedagog kadar akademik birikime sahip olmaları tabii ki beklenemez.
Ancak bu kimselerin, çocuk doğasını bilen, tanıyan, bunu edebiyatla
bütünleyebilen ve bu alanı ticari hedeflere kurban etmeyen idealde kimseler
olması da şiddetle elzemdir. Çocuğun fıtratına uygun eserler ancak böyle
sağlanabilir. Fakat pedagojik kriterler derken bazen işin dozunun çokça
kaçırıldığını da ifade etmeliyim. Mesela çocuk edebiyatı bazılarının dediği
gibi şu demek de değildir: “Yazdığımız metinler çocuklara iyiliği ve doğruluğu
aşılamak adına, melekvari kahramanlardan oluşsun. Kitabın özneleri pedagojik
kriterleri gözetme uğruna hiçbir kötülüğe bulaşmasın, başlarından olumsuz
tecrübeler geçmesin. Ya da bu kitapta iflah olmayan kötü karakterler yer
almasın.” İşte böyle çocuk kitapları reelden uzaklaştıkça okuyucusuna sahte
yapmacık bir dünyanın kapılarını aralar. Çocuklarımız, yazdıklarımızı cam bir
fanustan dışarı izler gibi okur ve gerçek olanla karşılaştığında okuduklarına
karşı içinde öfke büyütür. Mesela kitabınızda hayatını soygunculukla geçiren
bir haydutu anlatırken, (çocuk kaba konuşmayı öğrenmesin diye) haydutu lütfen’li
ricalı minnetli cümlelerle konuşturursanız, çocuğa ne kadar doğruyu sunmuş
olursunuz? Ya da karanlık korkusu olmayan bir çocuğun karanlık korkusundan
bahseden bir karakterden söz ederken kurguda bu korkuyu en olağan hâliyle nasıl
yeneceğini de betimliyorsanız, onun durup dururken aklına karanlık fobisini
sokmuş olmazsınız. Ama korkuyu yalnızca heyecan unsuru olarak kullanıp çocuğu iki
ucu açık bir kurgunun ortasında bırakıyorsanız burada pedagojik sorundan söz edilebilir.
Kısacası çocuk edebiyatı ve pedagoji farklı alanlardır. Zaman zaman
birbirlerinin yardımına ihtiyaç duysalar da biri diğerinin üstünde otorite sayılamaz.
Çocuk kitaplarında resim çok önemli, malumunuz. Çocuk kitaplarında
kullanılan görsel ve resimler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’deki çocuk
edebiyatı resimleme sanatının ve grafik tasarımın hızlı ilerlediğini düşünüyorum.
Ama yine de yurtdışındaki kitap fuarlarında yaptığım gözlemlerle kıyaslayacak
olursam günün gerisinde kaldığımızı görüyorum. Çocuk kitaplarında resimleme
önemli. Ben daha çok klasik tarzın dışına çıkabilen, hayal gücüyle çizgisini
tabiri caizse uçurabilen çizerleri başarılı buluyorum. Bu çizerlerin resimleri iyi
bir grafik tasarımla bütünleştiğinde ortaya çok keyifli çalışmalar çıkıyor. Çocuk
kitaplarında gözlemlediğim temel sıkıntılardan biri, zaman zaman metinler ve
çizimler arasında uyumlu bir kombinasyon sağlanamaması, bazen çok iyi bir resim
sönük bir metnin yanında kendini gösteremiyor, bazen de metin-çizgi ve yaş
grubu arasında istenen uyum yakalanamıyor. Mesela metin 11 yaşa yazılmış ama
resim 7-8 yaş grubuna hitap edebiliyor. Bu da kitabın kalitesini düşürüyor. Bir
de özellikle bizim camiada her yayıncının kendine edinebildiği bir tarz yok. Herkesin
birbirinden etkilendiği bir piyasa mevcut… Bir diğer konu kitaplar rağbet
görmesi için çok fazla renkli ve hareketli olabiliyor. İtalya çocuk fuarında 9-10
yaşa yönelik kitap bulabilmek için epey stant dolaştığımda bu yaş grubu için az
resimli sade kitapların tercih edildiğini gördüm. Okul öncesi ve 7 yaş
kitapları ise son derece renkli ve eğlenceliydi. Biz sanırım, çocuklara kitap
sevgisini verelim derken üst yaşlar için bile resimleme olayını biraz fazla
abartıyoruz. Hatta resimler yanında kitabın yazılı sayfalarındaki harfleri bile
hareketlendiriyoruz. Bu tarz uygulamaların zamanla daha dengeli bir boyuta
geleceğini umuyorum. Kitap bence elimize aldığımızda görselliği kadar,
ağırlığıyla da bize kitabı çağrıştırabilmeli… Bir diğer önemli nokta da kitaplardaki
resimlerde değerlerimizi yansıtan boyutun çok dikkate alınmaması. Kendi
değerlerimizi resimlere yansıtmakta çok başarılı değiliz. Mesela dinî kitaplar
diye adlandırdığımız kategoride resimler genelde hep Arap iklimini yansıtır…
Hurma ağaçları, develer, uzun elbiseli insanlar… Din yalnızca bir topluma ve çağa mı özgüdür.
Ya da Batı’dan bir eseri resimlerken Batı’yı kilisesiyle, çam ağacıyla, Noel
Baba’sıyla birebir resmetmeler filan… Hâlbuki
her toplum kendi gelenek ve kültürünü de içinde barındıran bir bütünlük arz
eder ki kitaplarda bunu resmettiğinizde çocuk kendisiyle özdeşim kurabilsin.
Kendi kitaplarınızda resimlerin hikâyenizi ne kadar anlatabildiğini
düşünüyorsunuz?
Her kitabım için aynı şeyi
söyleyemesem de resimlerini beğendiğim, çalışmalarım da bir hayli mevcut. Çoğu
zaman yazdıklarımı ifadelendirme açısından kitabı resimleyecek çizer arkadaşlarla
karakterlerin özelliklerini konuşuruz. Ortak betimlemeler yaparız. Resimleme
başladığında da resimler aramızda gider gelir. Hikâyeyle örtüşmesinde bunların
önemli olduğunu düşünüyorum.
Hayvan karakterler çoğu zaman insanların yaşadığı gibi ev ortamlarında
resmediliyor. Dört ayaklı hayvan iki ayaküstünde, mutfakta, önlük takmış, yemek
yapıyor mesela. Sizce bu çocukların zihninde nasıl algılanıyor?
Yaş grubu dikkate
alındığında, kitaptaki dil ve üslup seviyeye uygun olduğunda, resimler de bunu
bütünlediğinde bu tarz çalışmaların çocuk zihninde renkli ve eğlenceli bir
tablo oluşturduğunu biliyorum. Çocuk edebiyatında fabl tür olarak etkin bir
alan. Bu alan, gelişen ve değişen
dünyayla birlikte bugünün kitaplarında daha hayatın içinden resmedilir oldu.
Çizgi filmlere, bilgisayar oyunlarına baktığımızda çok renkli ve çok çeşitli
bir çizgi dünyasıyla karşılaşıyoruz. Fantastik edebiyat derseniz almış başını
yürümüş durumda. Hâl böyle olunca, çocuk kitaplarının gereken ilgiye mazhar
olmasında, hayvan karakterleri şehir
kültürünün içine taşımak zaten hayvanlara karşı büyük sempati duyan çocuklarımız
için bir zenginlik bence.
Türkiye’de çocuk edebiyatının durumu nedir? Sizce yeterli bir düzeyde
mi? Değilse, neler öneriyorsunuz?
Öncelikle bugün Batı’da
çocuk edebiyatının ders olarak okutulduğunu düşünecek olursak, bugün ülkemizde
böyle bir alanın varlığı kabul edilmiş midir, önce bunu kritik etmek
durumundayız. Daha düne kadar çocuk edebiyatı diye bağımsız bir türün olmadığı,
bunun edebiyatın içinde bir alan olduğu söylenirdi. Çocuklar için de genellikle
çeviri eserler tercih edilirdi. Bugün de Türkiye’deki çocuk kitaplarının yüzde
altmışını yine çeviri eserler teşkil etmektedir. Çocukluğumuz ‘Yüz Temel Eser’i, çevirileri okuyarak geçti.
O günden bugüne baktığımızda çocuk edebiyatının gelişmekte olduğunu görmekle
birlikte hâlâ yeterli düzeyde olmadığını söyleyebilirim. Öncelikle çocuk
edebiyatı ve çocuk kitaplarını birbirinden ayırt etmek gerekir. Çocuk edebiyatı
“çocukların
büyüme ve gelişmelerine, hayal, duygu, düşünce ve duyarlılıklarına, katkıda bulunmak
amacıyla gerçekleştirilen çocuksu bir edebiyat” olarak ifade ediliyorsa, ülkemizde
yayımlanan pek çok kitap bu tanıma hizmet edememektedir. Çocuk kitapları
adı altında, bol resimli, görsel yönden göz boyayan ancak içerik olarak çocuğu
hafife alan, onun duygu ve düşünce dünyasını erozyona uğratan kitaplar, bize yeterince
ehil olmayan kimselerin bu alanı istila ettiklerini düşündürmektedir. Oysa her çocuk yarına atılmış bir imzaysa
hiçbir pazarlık, ticari kaygı ya da rekabetçi anlayış onların eğitim ve
gelişimlerinden önemli sayılamaz.
Çocuk edebiyatının
ülkemizde hak ettiği yeri bulabilmesinde gerek izlenecek devlet
politikalarının, gerek eğitimli yazar -yayıncı dayanışmasının gerekse toplumun
bilinçlendirilmesinin ve desteğinin önemli olduğunu düşünüyorum.