Zafer Özdemir
5
Mart 1953 tarihinde, bugün Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’de Stalin’in ölümü
acaba nasıl karşılandı? Stalin’in Ölümü başlıklı hikâyesinde Elçin, bu sorunun
cevabını vermeye çalışıyor. Azerbaycan edebiyatının günümüz önde gelen
isimlerinden olan yazar, hikâyesini, Soğuk Savaş sonrası gelişmelerin
belirginleştiği bir dönemde, 1990 yılında yazıyor. Elçin’in hikâyesinde
edebiyat-politika ilişkisi bağlamında açık göndermeler yer alıyor ve Stalin’in
Ölümü, gerçekliğin edebiyatta algılanmasına iyi bir örnek oluşturuyor.
Gerçekçilik
edebiyatta farklı şekillerde algılanmış, sanatın buna göre hangi gerçekliği
yansıtacağı temel sorunlardan biri olmuştur.[2]
Özellikle bu yazıya konu olan hikâyenin yazarı Elçin’in[3]
de içinde yer aldığı kültürel havza içinde Rusya’da gerçekçiliğin nasıl
uygulanacağı 1934 yılındaki Sovyet Yazarlar Birliğinin Birinci Kongresi’nden
sonra belirlenmiş ve bu tutum yazarları etkilemiştir. Edebiyat tarihinde,
toplumcu gerçekçilik, Marksist kuram gibi yaklaşımlar çerçevesinde bu etkiler
üzerinde durulmuştur.
Buna
göre ana hatlarıyla; sanat eserinde yansıtılan gerçekliğin gerçek hayattan ve
toplumcu bir bakışla ele alınması bunların başında gelmektedir. Yazardan
gerçekliği sadece yansıtması değil, bunu açıklaması ve yargılaması da
beklenmektedir. “Yazarın görevi toplumun belli bir dönemindeki gelişimin
doğrultusunu belirleyen tarihî güçleri, yani toplumun iç yapısını ve dinamiğini
kavramaktır. Başka bir deyişle o dönem için tipik olan tarihî durumu anlamak.
Yazar eserinde kişiler, olaylar ve durumlarla bu tarihî güçlere somutluk
kazandırır.”[4]
Stalin’in
Ölümü adlı hikâyede, belirtilen özelliklerin önemli bir kısmına
rastlanmaktadır. Ancak Elçin’in, eserinde ele aldığı tarihî gerçekliği doğrudan
yargıladığı söylenemez. Bu hikâye tarihî, sosyal özellikli olmasının yanı sıra
işaret ettiği psikolojik durum açısından da dikkat çekicidir. Hikâyenin, bu çerçevede gördüğümüz belli
başlı bazı özelliklerinin altını çizmekte yarar var.
“Stalin’in
Ölümü”, kısaca Stalin’in ağır hastalığının önce duyulması, sonra da bir iki gün
içinde ölümü ile son bulması sırasında Bakü’de Sovyet Rusya rejimi altında
yaşayan ve her biri toplumun belli bir yönünü temsil eden hikâye kişilerinin
tepkilerinin yansıtılmasından oluşuyor.
Hikâye,
büyük bir felaketin ayak seslerini hissettiren ifadelerle okuyucuda gerginlik
uyandırarak başlıyor. “5 Mart 1953 Perşembe” günü Bakü’de Sarıhamam
Mahallesi’nde, kulaktan kulağa yayılan “kara haber” ve endişe, Sarıhamam Mahallesi’ne
bir tür “yetimlik” getirmekte, o sıradaki boş sokak da “acaba bu felaketin sonu
nasıl olacak?” düşüncesini yaymaktadır. Okuyucunun merakı, posta memuru
Muzaffer tarafından Kommunist gazetesinden Stalin’in beyin kanaması geçirdiği
ve bir doktor grubu tarafından kontrol altında tutulduğu yönünde bilgiler
içeren haberin okunmasıyla gideriliyor.
Yazar,
olayın geçtiği yer ve tarih bilgilerini gerçek hayattaki şekliyle vermesinin
yanı sıra, tasvirlerinde de ayrıntılara inerek gerçekçilik duygusunu
belirginleştiriyor. Gerçekçilik unsuru, haberin gazeteden aynen okumasıyla pekiştiriliyor.
İlerleyen kısımlarında geniş alıntılarla gazetecilik tekniği ile kaleme alınan haber
metinleri ile hikâyede üslup çeşitliliği de sağlanıyor.
Hikâyeyi
ilginç kılan bir başka yön ise, Elçin’in Stalin’in Ölümü’nde âdeta edebiyatın
tarih ve toplum bilimine dolaylı katkısını örneklendiriyor oluşudur. Hikâye
kişilerinin davranışları, ruh hâli; Stalin dönemini hatta Stalin benzeri
diktatörlerin yönetimine maruz kalmış insanları anlamak açısından dikkate değer.
Bu
hikâye, 1953 yılında Bakü’de yaşayan insanların zihinlerindeki Stalin imajını
yansıtması bakımından da tarihî, toplumsal değer yüklenmektedir. Bu, yazarın içinde
yaşadığı toplumun ve kültürün dışına çıkmayı başaran bir gözlemleme yeteneği
ile başardığı bir durumdur. O hâlde yazarın dünya edebiyatına kazandırdığı bu
hikâyenin tarihsel olmaktan çok evrensel bir mesajının olduğunu iddia etmek çok
yanlış bir tespit olmaz.
Yazar,
“Stalin’in ölümü acaba nasıl karşılandı?” sorusuna, tarihin herhangi bir döneminde
yaşanan bir dram veya trajediyi yansıtmak için değil, bir insanlık sorunu
olarak cevap arıyor.
Hikâyeye
tekrar dönecek olursak, aslında Stalin kimdir, sorusunun cevabı da Stalin’in
zihinlerde uyandırdığı etki ile anlaşılabilecek bir gerçekliktir.
Hikâyeye
göre Stalin kimdir? O, “kendisi hakkında hiçbir şaka yapılamayacak, hakkında
hiçbir şayia yayılamayacak biridir. O, 72 dil bilir ve hiçbir hastalık ona bir
şey yapamaz. Onun rahatsızlığı milyonlarca insanın ölümüne sebep olan İkinci
Dünya Savaşı’nın başlamasından daha bir hayretle karşılanır.” Hikâye kahramanları,
Stalin’in hastalık ve ölüm haberine birbirinden çok da farklı olmayan tepkileri
yansıtmak için kurgulanmış kişilerdir.
Fatma
Kadın, başına gelen nice felaketlere tahammül etmiş, tahammüllü olmaktan da öteye
geçmiştir. Kocası Eşref, papakçı dükkânında güya Stalin’in aleyhinde konuşmuş
ve bu yüzden bir gece alınıp bir daha geri dönmemek üzere götürülmüştür. Büyük
oğlu Ağaniyaz, İkinci Dünya Savaşı’nda Stalin uğrunda düşmana hücum ederken kahramanca
hayatını kaybetmiştir. Küçük oğlu Balaniyaz da yine babası gibi Stalin
aleyhinde konuşmak suçundan alınıp götürülmüştür. Fatma Kadın, eşini ve iki
çocuğunu Stalin yüzünden kaybetmiş, yaşadığı acılara tahammül etmeye çalışan
bir kadıncağızdır. Dışarıdan bakıldığında, Stalin’in başına gelecek en ufak bir
felaket, en fazla onu sevindirecektir. Ancak Stalin’in hastalandığı ve öldüğü
haberi Fatma Kadın’da, içinde duyduğu korkunun yansıması bir titremeye, ağzını
açıp bir kelime dahi diyememeye ve manasız bakışlara dönüşür.
Gerçekten
Stalin’in ölümü üzerine, Fatma Kadın’ın yaşadıklarını yaşayan biri onun gibi mi
tepki verir? Yazar neden hikâye kahramanına böyle bir tepki verdirmiştir?
Bu
soruları, yazarı bu estetik tercihe yönlendiren şartları düşünerek
cevaplandırmak en doğrusu gibi görünüyor. Yazar, Stalin’in tanrısal vasıflarla
bezenmiş portresinin ortaya çıkardığı trajedinin hissedilmesini sağlamak
istemektedir. Elçin’in hikâye boyunca yaptığı tercihler, bizzat Stalin
korkusunun, en az milyonlarca insanın canını almak kadar “şiddet” unsuru
taşıdığını göstermek içindir. Yazar, halk üzerinde gün geçtikçe derinleşen ruhsal
acıların tipik bir sendroma dönüştüğünün altına çizer.
Böylece
yazar, kahramanlarının ironi hissi veren davranışları ile tıp literatüründe Stockholm
sendromu olarak veya edebiyattaki karşılığı ile “cellâdına âşık olmak” deyimiyle
tarif edilen tipik durumu yansıtmayı başarıyor. Ancak psikiyatrik yöntemlerle
açıklanabilecek bir olayı edebiyat penceresinden, kendi kurgusu içinde
hikâyesiyle okuyucuya ulaştırıyor.
“Stalin’in
Ölümü”, işlediği konu, konunun ele alınışı, dil ve anlatım özellikleri ile yazarının
sanatın evrensel yönünü yakalamasındaki başarı ile değerlendirilmesi gereken
bir eser. İlk anda hikâyenin başlığına bakarak yazarın basit bir komünizm
eleştirisine girişerek edebiyattan uzaklaşacağını aklına getiren okurunu Elçin,
politik olmaktan çok estetik bir şekilde kurguladığı eseri ile hayal
kırıklığına uğramaktan kurtarıyor.
( Dil ve Edebiyat dergisi, Kasım 2013, sayı 59.)
[1]Elçin, Sarı Gelin, Ötüken,
İstanbul 2003.
[2] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1999.
[3] “Elçin: Günümüz Azerbaycan edebiyatının önde
gelen isimlerinden olan ve hikâye, eleştiri, senaryo, tiyatro yazan olarak
büyük ün kazanan Elçin (Elçin İhyasoğlu Efendiyev), 13 Mayıs 1943'te Bakü'de doğdu (Eserlerinde kısaca Elçin adını kullanır).
Babası İlyas Efendiyev de (1914-3 Ekim 1996) Azerbaycan'ın şöhretli
yazarlarındandı.
1968'de Sovyet Yazarlar Birliğine üye olan yazar, 1993'ten sonra Azerbaycan hükûmetinde başbakan yardımcılığı görevini
yürüttü. İlk hikâyesi 1959 ‘da
yayımlanmış, 1970'te Azerbaycan Bedii Nesri Edebi Tenkitte adlı tez çalışmasıyla filoloji (dil ve edebiyat)
doktoru olmuştur. Aynı zamanda Bakü Devlet Üniversitesinde edebiyat
nazariyeleri profesörüdür. Elçin'in hikâye ve romanları Rusça Almanca, İngilizce,
Fransızca, Macarca, Arapça, İspanyolca, Farsça ve Türkiye Türkçesinde olmak
üzere dünyanın belli başlı dillerinde yayımlanmıştır. Kendisi de diğer
dillerden çeşitli eserleri ana diline çevirmiştir.
Farklı üslubu ve gerçeküstücü unsurlara yer
vermesiyle tanınmıştır.” (Elçin, Sarı Gelin, Ötüken, İstanbul 2003.)
[4] Berna Moran, a.g.e., s. 55.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder