21 Kasım 2013 Perşembe

“Stalin’in Ölümü” [1]



Zafer Özdemir
5 Mart 1953 tarihinde, bugün Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü’de Stalin’in ölümü acaba nasıl karşılandı? Stalin’in Ölümü başlıklı hikâyesinde Elçin, bu sorunun cevabını vermeye çalışıyor. Azerbaycan edebiyatının günümüz önde gelen isimlerinden olan yazar, hikâyesini, Soğuk Savaş sonrası gelişmelerin belirginleştiği bir dönemde, 1990 yılında yazıyor. Elçin’in hikâyesinde edebiyat-politika ilişkisi bağlamında açık göndermeler yer alıyor ve Stalin’in Ölümü, gerçekliğin edebiyatta algılanmasına iyi bir örnek oluşturuyor.
Gerçekçilik edebiyatta farklı şekillerde algılanmış, sanatın buna göre hangi gerçekliği yansıtacağı temel sorunlardan biri olmuştur.[2] Özellikle bu yazıya konu olan hikâyenin yazarı Elçin’in[3] de içinde yer aldığı kültürel havza içinde Rusya’da gerçekçiliğin nasıl uygulanacağı 1934 yılındaki Sovyet Yazarlar Birliğinin Birinci Kongresi’nden sonra belirlenmiş ve bu tutum yazarları etkilemiştir. Edebiyat tarihinde, toplumcu gerçekçilik, Marksist kuram gibi yaklaşımlar çerçevesinde bu etkiler üzerinde durulmuştur.  
Buna göre ana hatlarıyla; sanat eserinde yansıtılan gerçekliğin gerçek hayattan ve toplumcu bir bakışla ele alınması bunların başında gelmektedir. Yazardan gerçekliği sadece yansıtması değil, bunu açıklaması ve yargılaması da beklenmektedir. “Yazarın görevi toplumun belli bir dönemindeki gelişimin doğrultusunu belirleyen tarihî güçleri, yani toplumun iç yapısını ve dinamiğini kavramaktır. Başka bir deyişle o dönem için tipik olan tarihî durumu anlamak. Yazar eserinde kişiler, olaylar ve durumlarla bu tarihî güçlere somutluk kazandırır.”[4]
Stalin’in Ölümü adlı hikâyede, belirtilen özelliklerin önemli bir kısmına rastlanmaktadır. Ancak Elçin’in, eserinde ele aldığı tarihî gerçekliği doğrudan yargıladığı söylenemez. Bu hikâye tarihî, sosyal özellikli olmasının yanı sıra işaret ettiği psikolojik durum açısından da dikkat çekicidir.  Hikâyenin, bu çerçevede gördüğümüz belli başlı bazı özelliklerinin altını çizmekte yarar var.
“Stalin’in Ölümü”, kısaca Stalin’in ağır hastalığının önce duyulması, sonra da bir iki gün içinde ölümü ile son bulması sırasında Bakü’de Sovyet Rusya rejimi altında yaşayan ve her biri toplumun belli bir yönünü temsil eden hikâye kişilerinin tepkilerinin yansıtılmasından oluşuyor.
Hikâye, büyük bir felaketin ayak seslerini hissettiren ifadelerle okuyucuda gerginlik uyandırarak başlıyor. “5 Mart 1953 Perşembe” günü Bakü’de Sarıhamam Mahallesi’nde, kulaktan kulağa yayılan “kara haber” ve endişe, Sarıhamam Mahallesi’ne bir tür “yetimlik” getirmekte, o sıradaki boş sokak da “acaba bu felaketin sonu nasıl olacak?” düşüncesini yaymaktadır. Okuyucunun merakı, posta memuru Muzaffer tarafından Kommunist gazetesinden Stalin’in beyin kanaması geçirdiği ve bir doktor grubu tarafından kontrol altında tutulduğu yönünde bilgiler içeren haberin okunmasıyla gideriliyor.
Yazar, olayın geçtiği yer ve tarih bilgilerini gerçek hayattaki şekliyle vermesinin yanı sıra, tasvirlerinde de ayrıntılara inerek gerçekçilik duygusunu belirginleştiriyor. Gerçekçilik unsuru, haberin gazeteden aynen okumasıyla pekiştiriliyor. İlerleyen kısımlarında geniş alıntılarla gazetecilik tekniği ile kaleme alınan haber metinleri ile hikâyede üslup çeşitliliği de sağlanıyor.
Hikâyeyi ilginç kılan bir başka yön ise, Elçin’in Stalin’in Ölümü’nde âdeta edebiyatın tarih ve toplum bilimine dolaylı katkısını örneklendiriyor oluşudur. Hikâye kişilerinin davranışları, ruh hâli; Stalin dönemini hatta Stalin benzeri diktatörlerin yönetimine maruz kalmış insanları anlamak açısından dikkate değer.
Bu hikâye, 1953 yılında Bakü’de yaşayan insanların zihinlerindeki Stalin imajını yansıtması bakımından da tarihî, toplumsal değer yüklenmektedir. Bu, yazarın içinde yaşadığı toplumun ve kültürün dışına çıkmayı başaran bir gözlemleme yeteneği ile başardığı bir durumdur. O hâlde yazarın dünya edebiyatına kazandırdığı bu hikâyenin tarihsel olmaktan çok evrensel bir mesajının olduğunu iddia etmek çok yanlış bir tespit olmaz.
Yazar, “Stalin’in ölümü acaba nasıl karşılandı?” sorusuna, tarihin herhangi bir döneminde yaşanan bir dram veya trajediyi yansıtmak için değil, bir insanlık sorunu olarak cevap arıyor.
Hikâyeye tekrar dönecek olursak, aslında Stalin kimdir, sorusunun cevabı da Stalin’in zihinlerde uyandırdığı etki ile anlaşılabilecek bir gerçekliktir.
Hikâyeye göre Stalin kimdir? O, “kendisi hakkında hiçbir şaka yapılamayacak, hakkında hiçbir şayia yayılamayacak biridir. O, 72 dil bilir ve hiçbir hastalık ona bir şey yapamaz. Onun rahatsızlığı milyonlarca insanın ölümüne sebep olan İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından daha bir hayretle karşılanır.” Hikâye kahramanları, Stalin’in hastalık ve ölüm haberine birbirinden çok da farklı olmayan tepkileri yansıtmak için kurgulanmış kişilerdir.
Fatma Kadın, başına gelen nice felaketlere tahammül etmiş, tahammüllü olmaktan da öteye geçmiştir. Kocası Eşref, papakçı dükkânında güya Stalin’in aleyhinde konuşmuş ve bu yüzden bir gece alınıp bir daha geri dönmemek üzere götürülmüştür. Büyük oğlu Ağaniyaz, İkinci Dünya Savaşı’nda Stalin uğrunda düşmana hücum ederken kahramanca hayatını kaybetmiştir. Küçük oğlu Balaniyaz da yine babası gibi Stalin aleyhinde konuşmak suçundan alınıp götürülmüştür. Fatma Kadın, eşini ve iki çocuğunu Stalin yüzünden kaybetmiş, yaşadığı acılara tahammül etmeye çalışan bir kadıncağızdır. Dışarıdan bakıldığında, Stalin’in başına gelecek en ufak bir felaket, en fazla onu sevindirecektir. Ancak Stalin’in hastalandığı ve öldüğü haberi Fatma Kadın’da, içinde duyduğu korkunun yansıması bir titremeye, ağzını açıp bir kelime dahi diyememeye ve manasız bakışlara dönüşür.
Gerçekten Stalin’in ölümü üzerine, Fatma Kadın’ın yaşadıklarını yaşayan biri onun gibi mi tepki verir? Yazar neden hikâye kahramanına böyle bir tepki verdirmiştir?
Bu soruları, yazarı bu estetik tercihe yönlendiren şartları düşünerek cevaplandırmak en doğrusu gibi görünüyor. Yazar, Stalin’in tanrısal vasıflarla bezenmiş portresinin ortaya çıkardığı trajedinin hissedilmesini sağlamak istemektedir. Elçin’in hikâye boyunca yaptığı tercihler, bizzat Stalin korkusunun, en az milyonlarca insanın canını almak kadar “şiddet” unsuru taşıdığını göstermek içindir. Yazar, halk üzerinde gün geçtikçe derinleşen ruhsal acıların tipik bir sendroma dönüştüğünün altına çizer.
Böylece yazar, kahramanlarının ironi hissi veren davranışları ile tıp literatüründe Stockholm sendromu olarak veya edebiyattaki karşılığı ile “cellâdına âşık olmak” deyimiyle tarif edilen tipik durumu yansıtmayı başarıyor. Ancak psikiyatrik yöntemlerle açıklanabilecek bir olayı edebiyat penceresinden, kendi kurgusu içinde hikâyesiyle okuyucuya ulaştırıyor.
“Stalin’in Ölümü”, işlediği konu, konunun ele alınışı, dil ve anlatım özellikleri ile yazarının sanatın evrensel yönünü yakalamasındaki başarı ile değerlendirilmesi gereken bir eser. İlk anda hikâyenin başlığına bakarak yazarın basit bir komünizm eleştirisine girişerek edebiyattan uzaklaşacağını aklına getiren okurunu Elçin, politik olmaktan çok estetik bir şekilde kurguladığı eseri ile hayal kırıklığına uğramaktan kurtarıyor.

( Dil ve Edebiyat dergisi, Kasım 2013, sayı 59.)




[1]Elçin, Sarı Gelin, Ötüken, İstanbul 2003.
[2] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.
[3] “Elçin: Günümüz Azerbaycan edebiyatının önde gelen isimlerinden olan ve hikâye, eleştiri, senaryo, tiyatro yazan olarak büyük ün kazanan Elçin (Elçin İhyasoğlu Efendiyev), 13 Mayıs 1943'te Bakü'de doğdu (Eserlerinde kısaca Elçin adını kullanır). Babası İlyas Efendiyev de (1914-3 Ekim 1996) Azerbaycan'ın şöhretli yazarlarındandı.
1968'de Sovyet Yazarlar Birliğine üye olan yazar, 1993'ten sonra Azerbaycan hükûmetinde başbakan yardımcılığı görevini yürüttü. İlk hikâyesi 1959 ‘da yayımlanmış, 1970'te Azerbaycan Bedii Nesri Edebi Tenkitte adlı tez çalışmasıyla filoloji (dil ve edebiyat) doktoru olmuştur. Aynı zamanda Bakü Devlet Üniversitesinde edebiyat nazariyeleri profesörüdür. Elçin'in hikâye ve romanları Rusça Almanca, İngilizce, Fransızca, Macarca, Arapça, İspanyolca, Farsça ve Türkiye Türkçesinde olmak üzere dünyanın belli başlı dillerinde yayımlanmıştır. Kendisi de diğer dillerden çeşitli eserleri ana diline çevirmiştir.
Farklı üslubu ve gerçeküstücü unsurlara yer vermesiyle tanınmıştır.” (Elçin, Sarı Gelin, Ötüken, İstanbul 2003.)
[4] Berna Moran, a.g.e., s. 55.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder