14 Şubat 2014 Cuma

Çuval


“Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı Yalınca Köyü'nde 3 yaşındaki Muharrem, yolların kapalı olması nedeniyle hastaneye götürülemeyince öldü. Aile, bir çuvala koyduğu bebeğin naaşıyla 16 kilometre yolu yürüyerek, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu.”

Haberde, oğlunun cansız bedenini sırtladığı çuvalda taşıyan babanın, dizlerine kadar gelen karlar içinde yürümeye çalışırkenki hâli arkadan fotoğraflanabilmişti.
Fotoğraflanabilmiş ve öylece servis edilmişti.
İçinde henüz bir “beden” bile olamamış yavrucağız bulunan bu çuvalı sırtlayacağımız, nasılsa, düşünülmüştü!
Güneş sırtımıza her gün yeni yükler yükleyerek doğuyordu nasılsa...
Nasılsa bazı şeyleri kaldırmak için sadece pazılarınızın yetmeyeceğini öğrendiğimiz düşünülmüştü…
Nasılsa bugünlere hazırlıklı olduğumuz varsayılmıştı…

Nasıl da görülmemiş, fark edilmemiş, anlaşılmamıştı hayat karşısında tam bir hazırlıksızlıkla beklediğimiz.
Hayata karşı hiçbir ciddi hazırlığı olmadan çok “profesyonel yaşamcı” görüntülerimizi kadraja aldığımız… Her defasında aslında, hayır ben daha hazır değilim yaşamaya, demiyor muydu “paylaşımlarımız”?
Çocukluğa sığınışımızdan da mı anlaşılmamıştı bazı yükleri kaldıramayacağımız?

Bu çuvalı aklımızın kaldırabileceği nasıl düşünülmüştü!

Aklımızı komplo teorileri ile doldurduğumuzu,
Zihnimizi anlık görüntülere kilitlediğimizi, başkalarının açıklarını bulmaya sevk ettiğimizi,
Hafızamızı kimlik numaraları, banka kartları ve sosyal medya hesaplarının şifreleriyle hapsettiğimizi bilmiyor muydu bu insanlar!

Bu çuvalı taşıyabileceğimiz nasıl düşünüldü!
Midemizi yüksek kalorili genetiği bozulmuş soğuk, sıcak, katı, sıvı, gazla tıka basa doldurduğumuzu
yeteneklerimizi kariyer planlarımıza endekslediğimizi
ve böylece merhamet yollarını tıkadığımızı görmüyor muydu bu insanlar!

Dilimizin afili, ağdalı, bilmiş, bilgiç, havalı, “cool” sözcüklerle ağırlaştığından duaya dönmediğini…
Dilimizin mübalağa, yalan, dedikodu, iftiralarla bilendiğini…


Kahkahalarımızın gözyaşlarını evlerimizden kovduğunu…
Bilmiyor mu bu insanlar!

Yüreğimizin içine, yarım kalmış heveslerimizi, hiç bitmeyen isteklerimizi, didişmelerimizi, didinmelerimizi koyduğumuzu…
Yüreğimizin içine, bizi hep ama hep aşağılara doğru çeken kum torbaları gibi günahlarımızı koyduğumuzu…


Dolar- Euro paritesini
Darbe girişimlerini
Transfer piyasasını da mı bilmiyor bu insanlar!

Yaşadığımız ve yaşayacağımız her şeyi izhar, hatta fâş etmişken…
Döküp saçmışken ne var, ne yok, her şeyi…

…dığımızı, …diğimizi, …duğumuzu,

Nasıl da gözler önüne seriyor bir fotoğrafla bu insanlar!
Nasıl, nasıl!

El açıp Yaradan’a en çok ama en çok “taşıyamayacağımızı üzerimize yükleme” diye yalvardığımızı… nasıl…

Ve şimdi “keşke toprak olsaydım” dedirtme Allah’ım n’olur!


İçine, yarım yamalak bile olsa koyduğumuz aczimi alarak geldim…
Asıl, babanın yüzündeki yükü taşıyamayacağımızı bilen ve onunla bizi yüzgöz etmeyen Rabb’e hamd ederek geldim…
Çuval evet bir çuvalla geldim, sırtıma aldığım değil ama insanlığımı evire çevire döndürdüğüm bir çuvalla… 
Affeyle!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder