2 Ağustos 2012 Perşembe

Charles Dickens’ın Dünyası

Doğumunun 200. Yılında
Zafer Özdemir*




Charles Dickens’ın doğumunun 200. yılı, tüm dünyada edebiyat kültür âleminin yelkenlerini doldurmuş görünüyor. Özellikle İngiltere’de, İngiliz ulusal kültürünün tazelenmesine yarayacak şekilde düzenlenen geniş etkinlikler yelpazesinin de bu havayı beslediği anlaşılıyor. Dickens, belli eserleriyle gençlik edebiyatı çerçevesinde kalmakla birlikte, ülkemizde geniş sempati toplamış bir yazar. Gerek bıraktığı eserler gerek düzenlenen etkinliklerle Dickens’ın bu ilgiyi hak ettiği anlaşılıyor.

Dickens 1812- 1870 yılları arasında yaşadı ve onlarca eser verdi. Onun eserlerinin dünyasına girmek için roman türü ve romanın gelişimi ile ilgili bilgileri tazelemekte yarar olduğunu düşünüyorum.

İngiliz romanının 18. yüzyılda ortaya çıkıp geliştiğini söyleyen David Daiches, Endüstri Devrimi’nden sonra orta sınıfın gerek ticaret gerekse siyasette güçlenerek zenginleşmesini romanın bu yüzyılda doğup gelişmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak ileri sürer[1]. Daiches’ın, T. Eagleton’un görüşlerine yakın bir yorumu benimsediği söylenebilir. T. Eagleton, romanın gelişimini sosyo-ekonomik temellere dayandırarak belli bir sınıfın eğlencesi için üretildiğini öne sürmüştü.

Batı’nın geçirdiği değişimler, dönüşümler düşünüldüğünde meselenin sosyo-ekonomik yönü kadar felsefi temellerini de dikkate almak gerekiyor. Milan Kundera, romanın gelişimini edebî eserlerin fizik ötesinden salt fizik âleme yönelen ilgisine işaret ederken bu felsefi temellerden hareket ediyor gibidir.[2] Romancı ve roman türü için resmettiği bu daralan ufuk, sadece edebiyat, kültür dünyasının ufku değil, Batı düşüncesinin de ufkudur.

Kundera’nın tespitinden de hareketle bir çeşit ufuk daralması şeklinde ifade ettiğimiz durumun Newton fiziği ile ilişkisi Batı düşüncesi ile ilgili metinlerde genişçe tartışılmıştır. Anlaşılan Newton fiziği ile şekillenen bir düşünce biçimi felsefe ve sosyal bilimleri etkilemiş; bu durum dini algılama tarzını değiştirmiş ve bunun hayatın her alanını kuşatan yansımaları olmuştur. Batı’daki bu değişme sekülerleşme olarak ifade edilmiş ve kabaca; metafizik boyutu olmayan, sadece fizik dünya ile sınırlı kalan bir düşünce sistematiğine dayandığı tespit edilmiştir.

Yine bu bağlamda, 18. yüzyıla gelinceye kadar “söz”ün dolayısıyla şiirin/ şiirselin ön planda olduğu tespit edilir. “Söz”, sözel olanı işaret etmesi yanında Batı düşüncesinde Tanrı/ Jesus (İsa) yani ilahi/ metafizik olanı da işaret eder.[3] 18. yüzyıla gelinceye kadar ilahi olanın edebiyata hakim olduğu hem tematik hem de ilahi metinlere üslup benzerlikleri açısından ifade edilmiştir.[4]

Yine, T. Eagleton’a başvuracak olursak: “19. yüzyıl sonlarında İngiliz edebiyatı çalışmalarının artmasının nedeni konusunda tek bir açıklama istenirse, en iyi yanıt dinin etkisini kaybetmesidir.”[5] dediğini de görürüz.

Özetle, romanın İngiltere’de doğup geliştiği 18. yüzyıla gelinceye kadar, Batı’nın gözlerinin dünyaya yöneldiği, dahası dünya ile sınırlandığı söylenebilir. Bu bakış açısına göre, Dünya turları, keşifler, denizciliğin ilerlemesi gibi roman türünün öncü konularının da aslında bir gelişme olarak okunamayabileceği iddia edilebilir.

Dickens’a gelinceye kadar roman çeşitli aşamalardan geçerek gelişmiş, Dickens’ın at koşturacağı saha büyük oranda hazırlanmıştı. Dickens’ın çağı “romanların yüzyılı” olarak ifade edilmiş;[6] edebiyat da söze, dolayısıyla eskisi kadar şiire değil “metne” dayanır olmuştur. Metne yani dünyaya/ visual (görsel) olana dayalı romanların yüzyılında, bir edebî akım olarak realizmin gelişmiş olması da daha anlaşılır hâle gelmektedir.

Gerçekçi/ realist sıfatı ilk olarak Gustave Courbet’nin tablolarına yakıştırılmış ve “gözlerinin görebildiği şeyleri” resmediyor şeklinde eleştirilmiştir. Romanda bütün 19 ve 20. yüzyıl boyunca “gerçekçiliğe” sahip çıkılmıştır. “Realizm kavramının temellerini oluşturan felsefi düşünce, eski Yunan dönemine kadar gitmektedir. Örneğin, Platon’un Republic [Devlet] ve Aristole’s Poetics [Poetika] adlı yapıtlarında realizm tartışmalarına rastlamak mümkündür. Fakat zaman içinde realizm, değişimler göstererek 18. ve 19. yüzyıl romanında en önemli yazı tekniklerden birisi olurken, bu değişim 20. yüzyıl ve daha sonraki yıllarda farklılıklar göstererek devam etmiştir.”[7]

“Gerçekçilik, özellikle 1850 kuşağı için, ama daha sonra [sı için] çok genel bir kopuştur.”[8]

Realizm, klasisizmin aristokrasinin yaşayışına odaklanan yaklaşımından ve romantiklerin süslü anlatımlarından bir kopuştur. Dickens’ın sanatı hakkında verilebilecek hükümlerden biri sanırım realizm için kalıplaşan; “bir kopuş estetiği” oluşudur.

Mina Urgan, Dickens’ı XIX. yüzyıl romancılarının en büyüğü olarak tanımlarken, onun içinde bulunduğu estetik anlayışın etkisinde gelişen konu seçiminden üslubuna kadar çeşitli unsurları örneklendirir.[9] Gerçi, Urgan’ın Dickens hakkındaki yorumları daha ileri boyutlara varır. Anatole France’ın Emile Zola için kullandığı “çağının vicdanı” ifadesini o Dickens için kullanır.[10] Tespitinde doğru mudur, değil midir, farklı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak “Dinazor”un hacimli çalışması için bütün İngiliz edebiyatı tarihi içinde onlarca isimden Dickens’ı bu sözlerle ayrıştırması özellikle dikkate değer.

Dickens, Victoria döneminin sanatçısıdır. Victoria çağında gerek sömürgelerden edinilmiş gerek sanayileşme ile kazanılmış bir refah vardır. Kraliçe Victoria’nın hüküm sürdüğü (1837-1901) ve Charles Dickens’ın romanlarını yazdığı dönemde İngiltere toplumu endüstri devriminin yol açtığı köklü ekonomik ve sosyal değişimlerden geçmiştir. Victoria döneminde İngiliz soyluları ülke üzerindeki siyasi ve ekonomik gücünü kaybederken, orta sınıf ve değerleri toplumu etkilemeye başlamıştır. Bu değerler çok çalışmak, disiplin, katı ahlak, saygınlık, hayırseverlik, yardımseverlik, aile değerleri, saygın bir yuvaya sahip olmak, din ve ailevi mutluluk olarak özetlenebilir.[11]

Dickens, artan ve yayılan zenginliğin eşit bölünmemesinin sorumlusu olarak politikacıları görmüştür. Dickens, politikacıları Nicholas Nickleby’deki Gregsbury karakteri ile alaya alıyor, işçilerin perişan olduklarını, çocuk ve kadınların fabrikalarda sömürüldüklerini, demiryollarının ezilen insanların sırtında tüm ülkeyi kuşattığını detaylarıyla anlatmıştır. Dickens edebî eserlerinde estetik bir tarzda yaptığı eleştirilerini bazı mektuplarında da açıkça dile getirir: “Her kentte koskocaman kapkara bir yoksulluk bulutu, saatten saate yayılmakta ve yoğunlaşmakta. İki bin kişi arasında, bu konuda bilgisi olan, hatta böyle bir şeyin var olduğuna inanan tek kişi bile yok. Aristokrasi çalışmıyor, Parlamento suskun. Herkes kendini düşünüyor, hiç kimse başkalarını düşünmüyor. İşte manzara bu.”[12]

Forster’a çizdiği bu manzarayı Dickens eserlerinde daha etkili sunmanın yollarını ilk romanlarından itibaren arar. Mizah bunun en güzel yoludur. Kasvetli Ev’de kabine üyelerine Coodle, Doodle, Poodle, Foodle, Goodle, Joodle gibi gülünç adlar vermesi bu yollardan biridir.[13] Bu yöntem daha sonraki edebî eserlerde isim sembolizasyonu ile gelişerek devam eder. Mina Urgan, The Pickwick Paper adlı eserini İngiliz edebiyatında güldürü türünün en güzel örneklerinden biri olarak gösterir.[14] 

Mizah dışında, romanlarında yarattığı trajik durumlarla okurun ilgisini en üst düzeyde konuya çeker. Oliver Twist’ta Avam Kamarası’na seçilenlerin çıkardığı Yoksullar Yasası’nın sonuçları anlatılmıştır. Buna göre yoksullar “work house” (çalışma yurdu) denilen yerlerde hapsediliyor, ancak ölmeyecek kadar besleniyordur. “Yoksulları, sanki salt yoksul oldukları için cezalandırmayı amaçlayan bu acımasız düzende, çocukların durumu ayrıca acıklıydı. Yüzlerce kimsesiz çocuk ‘baby farm’ (bebek çiftliği) denilen yerlerde toplanıp, ölüme terk ediliyordu.”[15]

Oliver Twist da bu çocuklardan biriydi. Workhouse’lardan birinde dünyaya gelmiş bu kimsesiz çocuğun çalışma yurdundaki korkunç yaşam koşullarını anlatan kısımlar, herhâlde Dickens’ın romanlarından Türk okurlarının aklında en çok kalan sahneleri oluşturmaktadır. Kötülerin hikâyenin sonunda cezasını bulduğu birçok Dickens hikâyesi gibi Oliver Twist’ta da Fagin, Ralph cezalarını buluyorlardı.[16]

Dickens’ın eserlerinde İngiltere özellikle de Londra, hikâyelerin geçtiği ana mekândır. Aynı dönemde Charles Baudelaire (seviyorum seni, ey rezil başkent) diyerek, Fransız şiirinde Paris’i ele aldığı gibi; Charles Dickens da Londra’yı ele alır.[17] Dombey and Son’da “uzaklarda gürleyen canavar (the monster roaring in distance) olarak görür Londra’yı. Kırsal bölgelerde artık geçinemedikleri için başkente akın eden yoksulları yutup yok eden bir canavardır Londra.[18]

Fransız Devrimi’nde yaşananların; dünyayı temelinden değiştirecek yeni kavramların dile getirildiği bir devrim değil, yoksulların varlıklılardan öç almak için ayaklanmaları olarak gösterildiği İki Şehrin Hikâyesi’nde (A Tale of Two Cities) de Londra Paris’le birlikte romanın ana mekânını oluşturur.[19]

Eski Antikacı Dükkânı’nda İngiltere’nin bir başka yüzü görünür. Dedesiyle birlikte yaşayan küçük Nell’in hazin öyküsünün anlatıldığı romanda, yeni gelişen sanayi merkezlerindeki durum; açlığın öldürmediği insanları bulaşıcı hastalıkların öldürdüğü şeklinde resmedilir.[20]

Amerika Üzerine Notlar ve Martin Chuzzlewit eserleriyle Dickens, İngiltere kadar hakkında konuşmayı gerektiren bir başka ülke olan Amerika’yı sunar.

Charles Dickens, Amerika Birleşik Devletleri’ne, orada krallık tecrübesi hiç yaşanmadığı, uçsuz bucaksız topraklara sahip aristokrat bir sınıf olmadığı, bir cumhuriyet olduğu vb. nedenlerle büyük umutlar içinde gidişini ve yaşadığı derin hayal kırıklığını Amerika Üzerine Notlar’da anlatır. Hayal kırıklığı yaşamıştır, çünkü Amerika’da ona sürekli Virginia tarlalarında çalışan kölelere, zannedilenin aksine kötü davranılmadığı anlatılıyor, ama bunu aksine gazetelerin kaçan kölelerle ilgili ilanlarla dolu olduğunu görüyordur.[21] Dickens, Forster’e yazdığı bir mektupta “özgürlüğe vurulan en ağır darbeyi bu ülkenin vuracağından korkuyorum” demiştir.[22]

Dickens denince akla gelen ilk eserlerden biri olan David Copperfield’ın, Victoria Çağı’na fazlasıyla ödün verdiği, derinlikten yoksun bir roman olduğu söylenmiştir. Ancak bu durum yine eleştirmenlerin belirttiği gibi Dickens’ın en çok okunan ve okuyucunun en çok haz aldığı eser olmasını engelleyemez.[23]

1850’den sonra Dickens’ın olgunluk yılları eserleri yayımlanmaya başlar. Kasvetli Ev, yazarının aşırı duygusallık ve melodrama kaçma gibi kusurlarından en iyi arınmış eserdir. Bu eser, diğerlerinden farklı olarak gülmeceye fazla yer vermez, bunun yerini alaycılık alır. İngiltere’deki yasalara, toplumsal düzene bu alaycı tutumla bakılarak kaleme alınan eser, Dickens’ın çağını en kapsamlı bir şekilde yargıladığı roman kabul edilir.[24]

Bir diğer olgunluk dönemi eseri Zor Zamanlar (Hard Times), üç ayrı öykünün kesiştiği ve hepsinde de amacın tümüyle yanlış bir eğitim teorisini kınamak ve korkunç yaşam koşullarına sahip işçilerin durumunu gözler önüne sermek olduğu bir eserdir.[25] Dickens, Suçsuzların Katledilmesi bölümünde eleştirdiği eğitim sistemini özetler. Faydacılığın (utilitarianizm) yanlış bir uygulaması olan sistem içinde, bir insan değil ileride faydası beklenen makineler olarak kabul edilen çocuklar yansıtılır.[26]

George Bernard Shaw, başka bir olgunluk dönemi eseri olan Büyük Umutlar’ı (Great Expectations) roman tekniği açısından Dickens’ın en kusursuz romanı sayar. Büyük Umutlar, fakir çevrede doğmuş hassas yapılı bir gencin; adını bilmediği bir kişinin hima­yesi altında, sevdiği zengin kızla evlenerek paralı ve toplumda statü sahibi bir beyefendi olmak gibi bir planı gerçekleştirmesini ve bu süreçte yaşadığı olayları anlatan bir romandır. İçinden çıktığı fakir çevreden ve dostlarından utanır hâle gelen Pip’in bir “züppe” olup çıkışının anlatıldığı eserde, sürdüğü zengin yaşam için gerekli parayı sağlayan mahkûmun çıkagelmesi genç adamın davranışlarını değiştirmesine sebep olur.[27]

Roman, bu basit olay örgüsünün ötesinde İngiliz edebiyatında önemli bir fonksiyon da icra etmektedir. Deniz Şengel, çalışmasında, romanın ulusal İngiliz edebiyatının kuruluşuna dönük yönlerini metinlerarası ilişkiler bağlamında ele alır. Örneğin, Pip ana kişisini, İngiliz edebiyatında Philip adı etrafındaki dil oyunlarının tarihinin en azından Rönesans’a kadar uzandığını tespit ederek inceler. Dickens, ulusal İngiliz edebiyatının kurucularındandır. Şengel’in nihai yorumu, “ulusal edebiyat tarihinin kendiliğinden doğup gelişen bir varlık değil, kurulan bir müellif ve metinler silsilesi, bir dizi ihtiyaca cevap veren bir kanon olduğu” şeklindedir.[28]

Sözlerimizi Stefan Zweig’ın tespitleriyle sonlandıralım: “Edebî bir eserin bu kadar muazzam ve aynı zaman­da hem yaygın hem derin bir etki uyandırması ancak bir­birine karşıt iki elementin nadiren bir araya gelmesiy­le gerçekleşebilir: Dâhi bir insanın kendi çağının gele­neğiyle özdeşleşmiş olması… Genelde deha ile gelenek bir­birini ateş ve su gibi etkiler. Hatta, oluşmakta olan ye­ni bir geleneğin vücuda gelmiş ruhu olarak, eski gelene­ğe düşman olması, yeni bir neslin habercisi olarak eski nesle savaş ilan etmesi, dehanın neredeyse ayırt edici be­lirtisidir. Deha ve çağı iki ayrı dünya gibidir; gerçi ara­larında ışık ve gölge alışverişi yaparlar, ama farklı yer­lerde salınırlar, yörüngeleri üzerinde karşılaşırlar, ama asla birleşmezler. Burada, yıldızlı gök kubbenin o ender anı gerçekleşmişti; bir yıldızın gölgesi diğerinin parlak yüzeyini birbiriyle özdeşleşecek kadar örtmüştür: Dickens, içsel gayesiyle çağının zihinsel ihtiyacını bütünüy­le karşılayan yüzyılının tek büyük yazarıdır. Onun ro­manı o dönemin İngiltere'sinin zevkiyle mutlak bir biçimde örtüşür, onun eseri İngiliz geleneğinin maddeleşmesidir.”[29]













[1] (Aktaran) Günes, A., “İngiliz Romanının Doğuşu ve Gelişimi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 2009, s. 94-119.
[2] Kundera, Milan, Roman Sanatı, AFA Yay., İstanbul, 1989.
[3] Yuhanna 1:1; “Başlangıçta Söz vardı”
[4] Roman türünün aynı zamanda sekülerleşmenin bir Truva atı olduğu hakkında daha geniş bilgi içib bk. Kaplan, Yusuf, Seküler Aklın Ötesi, İslamiyat Dergisi, c. 4, sayı 3, s. 90.
[5] Eagleton, Terry, Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1990, s. 47.
[6] “Edebiyat”, Théma Larousse- Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları 1993- 1994, s.96.
[7] Günes, A., “İngiliz Romanının Doğuşu ve Gelişimi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 2009, s.114.
[8] “Edebiyat”, Théma Larousse- Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları 1993- 1994, s.94.
[9] Urgan, Mina, İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2003, s. 981.
[10] Urgan, age., s. 992.
[11] Turalı, Aydan, Ideology and Middle Class Values in Charles Dickens’s Olıver Twist and Great Expectations: An Althusserian Study, Doktora Tezi, Hacettepe Ü İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ankara, 2010, s. v.
[12] Urgan, age., s. 994.
[13] Urgan, age., s.994.
[14] Urgan, age.,  s. 998-999.
[15] Urgan, age., s. 995.
[16] Urgan, age., s. 999.
[17] Urgan, age., s. 989.
[18] Urgan, age., s. 989.
[19] Urgan, age., s. 1004.
[20] Urgan, age., s. 1005.
[21] Urgan, age., s. 987.
[22] Urgan, age., s. 988.
[23] Urgan, age., s. 1016.
[24] Urgan, age., s. 1019.
[25] Urgan, age., s. 1026.
[26] Urgan, age., s. 1027.
[27] Norman Friedman, “Romanda Yapı Şekilleri”, Roman Teorisi (Philip Stevick), Akçağ Yay., Ankara, 2004, s.137.
[28] Şengel, Deniz Dickens ve Sidney; İngiltere’de Ulusal Edebiyatın Kuruluşu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul, 2002, s. vii.


*Dil ve Edebiyat dergisi, Mart 2012, sayı 39.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder