Charles Dickens’ın Dünyası
Doğumunun 200. Yılında
Zafer Özdemir*
Charles
Dickens’ın doğumunun 200. yılı, tüm dünyada edebiyat kültür âleminin yelkenlerini
doldurmuş görünüyor. Özellikle İngiltere’de, İngiliz ulusal kültürünün
tazelenmesine yarayacak şekilde düzenlenen geniş etkinlikler yelpazesinin de bu
havayı beslediği anlaşılıyor. Dickens, belli eserleriyle gençlik edebiyatı
çerçevesinde kalmakla birlikte, ülkemizde geniş sempati toplamış bir yazar.
Gerek bıraktığı eserler gerek düzenlenen etkinliklerle Dickens’ın bu ilgiyi hak
ettiği anlaşılıyor.
Dickens 1812- 1870
yılları arasında yaşadı ve onlarca eser verdi. Onun eserlerinin dünyasına
girmek için roman türü ve romanın gelişimi ile ilgili bilgileri tazelemekte
yarar olduğunu düşünüyorum.
İngiliz romanının
18. yüzyılda ortaya çıkıp geliştiğini söyleyen David Daiches, Endüstri Devrimi’nden
sonra orta sınıfın gerek ticaret gerekse siyasette güçlenerek zenginleşmesini
romanın bu yüzyılda doğup gelişmesinin en önemli nedenlerinden biri olarak
ileri sürer[1].
Daiches’ın, T. Eagleton’un görüşlerine yakın bir yorumu benimsediği söylenebilir.
T. Eagleton, romanın gelişimini sosyo-ekonomik temellere dayandırarak belli bir
sınıfın eğlencesi için üretildiğini öne sürmüştü.
Batı’nın
geçirdiği değişimler, dönüşümler düşünüldüğünde meselenin sosyo-ekonomik yönü
kadar felsefi temellerini de dikkate almak gerekiyor. Milan Kundera, romanın
gelişimini edebî eserlerin fizik ötesinden salt fizik âleme yönelen ilgisine
işaret ederken bu felsefi temellerden hareket ediyor gibidir.[2] Romancı ve roman türü için
resmettiği bu daralan ufuk, sadece edebiyat, kültür dünyasının ufku değil, Batı
düşüncesinin de ufkudur.
Kundera’nın
tespitinden de hareketle bir çeşit ufuk daralması şeklinde ifade ettiğimiz
durumun Newton fiziği ile ilişkisi Batı düşüncesi ile ilgili metinlerde genişçe
tartışılmıştır. Anlaşılan Newton fiziği ile şekillenen bir düşünce biçimi
felsefe ve sosyal bilimleri etkilemiş; bu durum dini algılama tarzını
değiştirmiş ve bunun hayatın her alanını kuşatan yansımaları olmuştur.
Batı’daki bu değişme sekülerleşme olarak ifade edilmiş ve kabaca; metafizik
boyutu olmayan, sadece fizik dünya ile sınırlı kalan bir düşünce sistematiğine
dayandığı tespit edilmiştir.
Yine bu bağlamda,
18. yüzyıla gelinceye kadar “söz”ün dolayısıyla şiirin/ şiirselin ön planda
olduğu tespit edilir. “Söz”, sözel olanı işaret etmesi yanında Batı
düşüncesinde Tanrı/ Jesus (İsa) yani ilahi/ metafizik olanı da işaret eder.[3] 18. yüzyıla gelinceye
kadar ilahi olanın edebiyata hakim olduğu hem tematik hem de ilahi metinlere
üslup benzerlikleri açısından ifade edilmiştir.[4]
Yine, T. Eagleton’a
başvuracak olursak: “19. yüzyıl sonlarında İngiliz edebiyatı çalışmalarının
artmasının nedeni konusunda tek bir açıklama istenirse, en iyi yanıt dinin
etkisini kaybetmesidir.”[5] dediğini de görürüz.
Özetle, romanın
İngiltere’de doğup geliştiği 18. yüzyıla gelinceye kadar, Batı’nın gözlerinin
dünyaya yöneldiği, dahası dünya ile sınırlandığı söylenebilir. Bu bakış açısına
göre, Dünya turları, keşifler, denizciliğin ilerlemesi gibi roman türünün öncü
konularının da aslında bir gelişme olarak okunamayabileceği iddia edilebilir.
Dickens’a
gelinceye kadar roman çeşitli aşamalardan geçerek gelişmiş, Dickens’ın at
koşturacağı saha büyük oranda hazırlanmıştı. Dickens’ın çağı “romanların
yüzyılı” olarak ifade edilmiş;[6] edebiyat da söze,
dolayısıyla eskisi kadar şiire değil “metne” dayanır olmuştur. Metne yani
dünyaya/ visual (görsel) olana dayalı romanların yüzyılında, bir edebî akım
olarak realizmin gelişmiş olması da
daha anlaşılır hâle gelmektedir.
Gerçekçi/ realist
sıfatı ilk olarak Gustave Courbet’nin tablolarına yakıştırılmış ve “gözlerinin
görebildiği şeyleri” resmediyor şeklinde eleştirilmiştir. Romanda bütün 19 ve
20. yüzyıl boyunca “gerçekçiliğe” sahip çıkılmıştır. “Realizm kavramının
temellerini oluşturan felsefi düşünce, eski Yunan dönemine kadar gitmektedir.
Örneğin, Platon’un Republic [Devlet] ve Aristole’s Poetics [Poetika] adlı
yapıtlarında realizm tartışmalarına rastlamak mümkündür. Fakat zaman içinde realizm,
değişimler göstererek 18. ve 19. yüzyıl romanında en önemli yazı tekniklerden
birisi olurken, bu değişim 20. yüzyıl ve daha sonraki yıllarda farklılıklar
göstererek devam etmiştir.”[7]
“Gerçekçilik,
özellikle 1850 kuşağı için, ama daha sonra [sı için] çok genel bir kopuştur.”[8]
Realizm, klasisizmin
aristokrasinin yaşayışına odaklanan yaklaşımından ve romantiklerin süslü
anlatımlarından bir kopuştur. Dickens’ın sanatı hakkında verilebilecek
hükümlerden biri sanırım realizm için kalıplaşan; “bir kopuş estetiği” oluşudur.
Mina Urgan,
Dickens’ı XIX. yüzyıl romancılarının en büyüğü olarak tanımlarken, onun içinde
bulunduğu estetik anlayışın etkisinde gelişen konu seçiminden üslubuna kadar çeşitli
unsurları örneklendirir.[9] Gerçi, Urgan’ın Dickens hakkındaki
yorumları daha ileri boyutlara varır. Anatole France’ın Emile Zola için
kullandığı “çağının vicdanı” ifadesini o Dickens için kullanır.[10] Tespitinde doğru mudur,
değil midir, farklı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak “Dinazor”un hacimli
çalışması için bütün İngiliz edebiyatı tarihi içinde onlarca isimden Dickens’ı
bu sözlerle ayrıştırması özellikle dikkate değer.
Dickens, Victoria
döneminin sanatçısıdır. Victoria çağında gerek sömürgelerden edinilmiş gerek
sanayileşme ile kazanılmış bir refah vardır. Kraliçe Victoria’nın hüküm sürdüğü
(1837-1901) ve Charles Dickens’ın romanlarını yazdığı dönemde İngiltere toplumu
endüstri devriminin yol açtığı köklü ekonomik ve sosyal değişimlerden
geçmiştir. Victoria döneminde İngiliz soyluları ülke üzerindeki siyasi ve
ekonomik gücünü kaybederken, orta sınıf ve değerleri toplumu etkilemeye
başlamıştır. Bu
değerler çok çalışmak, disiplin, katı ahlak, saygınlık, hayırseverlik,
yardımseverlik, aile değerleri, saygın bir yuvaya sahip olmak, din ve ailevi
mutluluk olarak özetlenebilir.[11]
Dickens, artan ve
yayılan zenginliğin eşit bölünmemesinin sorumlusu olarak politikacıları görmüştür.
Dickens, politikacıları Nicholas Nickleby’deki Gregsbury karakteri ile alaya
alıyor, işçilerin perişan olduklarını, çocuk ve kadınların fabrikalarda
sömürüldüklerini, demiryollarının ezilen insanların sırtında tüm ülkeyi
kuşattığını detaylarıyla anlatmıştır. Dickens edebî eserlerinde estetik bir
tarzda yaptığı eleştirilerini bazı mektuplarında da açıkça dile getirir: “Her
kentte koskocaman kapkara bir yoksulluk bulutu, saatten saate yayılmakta ve
yoğunlaşmakta. İki bin kişi arasında, bu konuda bilgisi olan, hatta böyle bir
şeyin var olduğuna inanan tek kişi bile yok. Aristokrasi çalışmıyor, Parlamento
suskun. Herkes kendini düşünüyor, hiç kimse başkalarını düşünmüyor. İşte
manzara bu.”[12]
Forster’a çizdiği
bu manzarayı Dickens eserlerinde daha etkili sunmanın yollarını ilk
romanlarından itibaren arar. Mizah bunun en güzel yoludur. Kasvetli Ev’de kabine üyelerine Coodle,
Doodle, Poodle, Foodle, Goodle, Joodle gibi gülünç adlar vermesi bu
yollardan biridir.[13] Bu yöntem daha sonraki
edebî eserlerde isim sembolizasyonu ile gelişerek devam eder. Mina Urgan, The
Pickwick Paper adlı eserini İngiliz edebiyatında güldürü türünün en güzel
örneklerinden biri olarak gösterir.[14]
Mizah dışında,
romanlarında yarattığı trajik durumlarla okurun ilgisini en üst düzeyde konuya
çeker. Oliver Twist’ta Avam Kamarası’na seçilenlerin çıkardığı Yoksullar
Yasası’nın sonuçları anlatılmıştır. Buna göre yoksullar “work house” (çalışma
yurdu) denilen yerlerde hapsediliyor, ancak ölmeyecek kadar besleniyordur.
“Yoksulları, sanki salt yoksul oldukları için cezalandırmayı amaçlayan bu
acımasız düzende, çocukların durumu ayrıca acıklıydı. Yüzlerce kimsesiz çocuk
‘baby farm’ (bebek çiftliği) denilen yerlerde toplanıp, ölüme terk ediliyordu.”[15]
Oliver Twist da
bu çocuklardan biriydi. Workhouse’lardan birinde dünyaya gelmiş bu kimsesiz
çocuğun çalışma yurdundaki korkunç yaşam koşullarını anlatan kısımlar, herhâlde
Dickens’ın romanlarından Türk okurlarının aklında en çok kalan sahneleri
oluşturmaktadır. Kötülerin hikâyenin sonunda cezasını bulduğu birçok Dickens
hikâyesi gibi Oliver Twist’ta da Fagin, Ralph cezalarını buluyorlardı.[16]
Dickens’ın
eserlerinde İngiltere özellikle de Londra, hikâyelerin geçtiği ana mekândır.
Aynı dönemde Charles Baudelaire (seviyorum seni, ey rezil başkent) diyerek,
Fransız şiirinde Paris’i ele aldığı gibi; Charles Dickens da Londra’yı ele
alır.[17] Dombey and Son’da
“uzaklarda gürleyen canavar (the monster roaring in distance) olarak görür
Londra’yı. Kırsal bölgelerde artık geçinemedikleri için başkente akın eden
yoksulları yutup yok eden bir canavardır Londra.[18]
Fransız
Devrimi’nde yaşananların; dünyayı temelinden değiştirecek yeni kavramların dile
getirildiği bir devrim değil, yoksulların varlıklılardan öç almak için
ayaklanmaları olarak gösterildiği İki Şehrin Hikâyesi’nde (A Tale of Two
Cities) de Londra Paris’le birlikte romanın ana mekânını oluşturur.[19]
Eski Antikacı Dükkânı’nda
İngiltere’nin bir başka yüzü görünür. Dedesiyle birlikte yaşayan küçük Nell’in
hazin öyküsünün anlatıldığı romanda, yeni gelişen sanayi merkezlerindeki durum;
açlığın öldürmediği insanları bulaşıcı hastalıkların öldürdüğü şeklinde
resmedilir.[20]
Amerika Üzerine
Notlar ve Martin Chuzzlewit eserleriyle Dickens, İngiltere kadar hakkında konuşmayı
gerektiren bir başka ülke olan Amerika’yı sunar.
Charles Dickens,
Amerika Birleşik Devletleri’ne, orada krallık tecrübesi hiç yaşanmadığı, uçsuz
bucaksız topraklara sahip aristokrat bir sınıf olmadığı, bir cumhuriyet olduğu
vb. nedenlerle büyük umutlar içinde gidişini ve yaşadığı derin hayal
kırıklığını Amerika Üzerine Notlar’da anlatır. Hayal kırıklığı yaşamıştır,
çünkü Amerika’da ona sürekli Virginia tarlalarında çalışan kölelere, zannedilenin
aksine kötü davranılmadığı anlatılıyor, ama bunu aksine gazetelerin kaçan
kölelerle ilgili ilanlarla dolu olduğunu görüyordur.[21] Dickens, Forster’e yazdığı
bir mektupta “özgürlüğe vurulan en ağır darbeyi bu ülkenin vuracağından
korkuyorum” demiştir.[22]
Dickens denince
akla gelen ilk eserlerden biri olan David
Copperfield’ın, Victoria Çağı’na fazlasıyla ödün verdiği, derinlikten
yoksun bir roman olduğu söylenmiştir. Ancak bu durum yine eleştirmenlerin
belirttiği gibi Dickens’ın en çok okunan ve okuyucunun en çok haz aldığı eser
olmasını engelleyemez.[23]
1850’den sonra
Dickens’ın olgunluk yılları eserleri yayımlanmaya başlar. Kasvetli Ev, yazarının aşırı duygusallık ve melodrama kaçma gibi
kusurlarından en iyi arınmış eserdir. Bu eser, diğerlerinden farklı olarak
gülmeceye fazla yer vermez, bunun yerini alaycılık alır. İngiltere’deki
yasalara, toplumsal düzene bu alaycı tutumla bakılarak kaleme alınan eser,
Dickens’ın çağını en kapsamlı bir şekilde yargıladığı roman kabul edilir.[24]
Bir diğer
olgunluk dönemi eseri Zor Zamanlar
(Hard Times), üç ayrı öykünün kesiştiği ve hepsinde de amacın tümüyle yanlış
bir eğitim teorisini kınamak ve korkunç yaşam koşullarına sahip işçilerin
durumunu gözler önüne sermek olduğu bir eserdir.[25] Dickens, Suçsuzların
Katledilmesi bölümünde eleştirdiği eğitim sistemini özetler. Faydacılığın
(utilitarianizm) yanlış bir uygulaması olan sistem içinde, bir insan değil ileride
faydası beklenen makineler olarak kabul edilen çocuklar yansıtılır.[26]
George Bernard
Shaw, başka bir olgunluk dönemi eseri olan Büyük
Umutlar’ı (Great Expectations) roman tekniği açısından Dickens’ın en
kusursuz romanı sayar. Büyük Umutlar, fakir
çevrede doğmuş hassas yapılı bir gencin; adını bilmediği bir kişinin himayesi
altında, sevdiği zengin kızla evlenerek paralı ve toplumda statü sahibi bir
beyefendi olmak gibi bir planı gerçekleştirmesini ve bu süreçte yaşadığı
olayları anlatan bir romandır. İçinden çıktığı fakir çevreden ve dostlarından
utanır hâle gelen Pip’in bir “züppe” olup çıkışının anlatıldığı eserde, sürdüğü
zengin yaşam için gerekli parayı sağlayan mahkûmun çıkagelmesi genç adamın
davranışlarını değiştirmesine sebep olur.[27]
Roman, bu basit
olay örgüsünün ötesinde İngiliz edebiyatında önemli bir fonksiyon da icra
etmektedir. Deniz Şengel, çalışmasında, romanın ulusal İngiliz edebiyatının
kuruluşuna dönük yönlerini metinlerarası ilişkiler bağlamında ele alır. Örneğin,
Pip ana kişisini, İngiliz edebiyatında Philip adı etrafındaki dil oyunlarının
tarihinin en azından Rönesans’a kadar uzandığını tespit ederek inceler. Dickens,
ulusal İngiliz edebiyatının kurucularındandır. Şengel’in nihai yorumu, “ulusal
edebiyat tarihinin kendiliğinden doğup gelişen bir varlık değil, kurulan bir müellif ve metinler
silsilesi, bir dizi ihtiyaca cevap veren bir kanon olduğu” şeklindedir.[28]
Sözlerimizi
Stefan Zweig’ın tespitleriyle sonlandıralım: “Edebî bir eserin bu kadar muazzam
ve aynı zamanda hem yaygın hem derin bir etki uyandırması ancak birbirine
karşıt iki elementin nadiren bir araya gelmesiyle gerçekleşebilir: Dâhi bir
insanın kendi çağının geleneğiyle özdeşleşmiş olması… Genelde deha ile gelenek
birbirini ateş ve su gibi etkiler. Hatta, oluşmakta olan yeni bir geleneğin
vücuda gelmiş ruhu olarak, eski geleneğe düşman olması, yeni bir neslin
habercisi olarak eski nesle savaş ilan etmesi, dehanın neredeyse ayırt edici belirtisidir.
Deha ve çağı iki ayrı dünya gibidir; gerçi aralarında ışık ve gölge alışverişi
yaparlar, ama farklı yerlerde salınırlar, yörüngeleri üzerinde karşılaşırlar,
ama asla birleşmezler. Burada, yıldızlı gök kubbenin o ender anı
gerçekleşmişti; bir yıldızın gölgesi diğerinin parlak yüzeyini birbiriyle
özdeşleşecek kadar örtmüştür: Dickens, içsel gayesiyle çağının zihinsel
ihtiyacını bütünüyle karşılayan yüzyılının tek büyük yazarıdır. Onun romanı o
dönemin İngiltere'sinin zevkiyle mutlak bir biçimde örtüşür, onun eseri İngiliz
geleneğinin maddeleşmesidir.”[29]
[1] (Aktaran)
Günes, A., “İngiliz Romanının Doğuşu ve
Gelişimi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 2009, s. 94-119.
[2] Kundera,
Milan, Roman Sanatı, AFA Yay., İstanbul, 1989.
[3] Yuhanna
1:1; “Başlangıçta Söz vardı”
[4] Roman
türünün aynı zamanda sekülerleşmenin bir Truva atı olduğu hakkında daha geniş
bilgi içib bk. Kaplan, Yusuf, Seküler Aklın Ötesi, İslamiyat Dergisi, c. 4,
sayı 3, s. 90.
[5]
Eagleton, Terry, Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1990, s. 47.
[6] “Edebiyat”,
Théma Larousse- Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları 1993- 1994, s.96.
[7] Günes, A., “İngiliz Romanının Doğuşu ve
Gelişimi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 2009, s.114.
[8] “Edebiyat”,
Théma Larousse- Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları 1993- 1994, s.94.
[9] Urgan,
Mina, İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2003, s. 981.
[10] Urgan,
age., s. 992.
[11] Turalı,
Aydan, Ideology and Middle Class Values
in Charles Dickens’s Olıver Twist and
Great Expectations: An
Althusserian Study, Doktora Tezi, Hacettepe Ü İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Ankara, 2010, s. v.
[12] Urgan,
age., s. 994.
[13] Urgan,
age., s.994.
[14] Urgan,
age., s. 998-999.
[15] Urgan,
age., s. 995.
[16] Urgan,
age., s. 999.
[17] Urgan,
age., s. 989.
[18] Urgan,
age., s. 989.
[19] Urgan,
age., s. 1004.
[20] Urgan,
age., s. 1005.
[21] Urgan,
age., s. 987.
[22] Urgan,
age., s. 988.
[23] Urgan,
age., s. 1016.
[24] Urgan,
age., s. 1019.
[25] Urgan,
age., s. 1026.
[26] Urgan,
age., s. 1027.
[27] Norman
Friedman, “Romanda Yapı Şekilleri”, Roman Teorisi (Philip Stevick), Akçağ Yay.,
Ankara, 2004, s.137.
[28] Şengel, Deniz
Dickens ve Sidney; İngiltere’de Ulusal Edebiyatın Kuruluşu, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yay., İstanbul, 2002, s. vii.
*Dil ve Edebiyat dergisi, Mart 2012, sayı 39.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder